Mücadele Suresi’nin “Ey Resulum kocası hakkında seninle mücadele eden ve Allah’a şikayette bulunan (kadın)ın sözünü Allah elbette işitmiştir. Çünkü Allah, sizin birbirinizle konuşmanızı işitir. Şüphesiz ki Allah Semi’dir, Basir’dir” mealindeki ayetleri her ne zaman okusam hep şu soru zihnimin kapısını çalar. Fakat her seferinde “vardır bir hikmeti” teslimiyetli cevabını aldıktan sonra susar.
Soru şu: Madem ki Kur’an Arş-ı Azam’dan her ismin mertebe-i Azam’ından gelmesi itibariyle alemlerin rabbi olan Allah’ın kelamıdır. Neden kıyamete kadar, insanlığa rehber olacak olan kitabımızda ihtiyare bir kadının kendi hususi işine dair bir şikayetten bahsetmektedir?Hz.Havle Binti Sa’lebe’nin ihtiyarlanması sebebiyle kocası olan Evs Bin Samit’in isteklerini yerine getiremeyince hırçın ve yaşlı olan kocası ona kızıp cahiliye dönemi erkeklerinin hanımlarını boşamak için kullandıkları ” Sen bana anamın sırtı gibisin” sözünü düşüncesizce sarf eder. Bir zaman sonra pişman olur ve tekrar Hz. Havle’ye döner ve onunla beraber olmak ister. Firasetli bir kadın olan Hz. Havle cahiliye dönemine ait bu boşanma şeklinin İslam’da da geçerli olabileceği ihtimaliyle konuyu Resulu Ekrem(asm)’e götürür.
Efendimiz ise o ana kadar bir hüküm olmaması sebebiyle Hz.Havle’ye “Sen haram olmuşsun” der. Bu durumda daha da çok mağduriyet yaşayacak olan bu fedakar kadın “Vallahi o talakı zikretmedi. Kurbanın olayım nazar buyur ya Resulallah” diyerek defalarca kararından dönmesi için mücadele’de bulundu. Fakat karar kesindi “Sen ona artık haramsın.” Evet hüküm ağızdan çıkmıştı çıkmasına, ama yaşlı kadın hayatını nasıl idame ettirecekti, çocuklarına nasıl bakacaktı, geçimini nasıl temin edecekti. Nasıl? Nasıl? Nasıllar bir anda kafasında binlerce olmuştu. Tek umudu “Anam Babam Tatlı canım sana feda olsun” dediği Rahmet Peygamberi idi, ama o kapı da kapanmıştı. Naçar kalan Hz.Havle üzüntü ile ellerini açar ve “Allahım, Ey Allahım, yalnızlığımın şiddetinden ve bana zor gelecen olan ayrılık acısından sana şikayette bulunuyorum. Sen ki Rabbimsin. Bana merhamet edecek, derdime deva ihsan edecek ancak Sensin. Ne olur peygamberinin lisanına bir vahiy indir.” diye yalvarır. Hz.Havle içten ve samimi duasının cevabını daha yerinden ayrılmadan Efendimiz (asm)’ın mübarek ağzından “Ya Havle müjde sana” sözleriyle mübarek kadının yanan gönlüne zemzem misal şifa olacak İlahi hüküm döküldü. Sonrasında Efs bin Samit getirilir huzura.
Kendisinden sarf sözünün kefareti olarak Resul-ü Ekrem (asm) önce bir köle azad etmesini ister, ona gücü yetmeyince iki ay oruç tutmasını talep eder, bu teklife de olumsuz karşılık verince ” O halde altmış fakiri doyur” der. Hz.Evs buna da imkan olmadığını söyleyince kalplerin sevgilisi “Ben sana yardımda bulunurum ve bereket için dua ederim” karşılığını vererek hadiseyi güzellikle neticelendirir.
Uzun zaman sonra, Risale-i Nur’un kalb ve akıllarımıza verdiği nur ve medet ile şu kanaate vardım: Evet Kur’an-ı Kerim Kelamullah’tı. Evvel ile ahiri, zerre ile şemsi, ferş ile arşı birbirine kolaylıkla bağlamaktaydı. Onu taklid edilemez eden belağati, selaseti, cezaleti, fesahati, beraati, bedaati ve mucizeliği idi. Bütün bu ulvi sıfatlarla insanlığa rehber ve yol gösterici idi. Eğer hep şemsi anlatsa, zerre kendini kaybedecekti, hep arştan bahsetse ferş mecnun olup başını bir bilinmeze çarpacaktı. Zira onun satırları arasında ” yaş ve kuru” her ne varsa yazılmıştı.Fakat göre(bile)cek gözlere ihtiyaç vardı. Bu noktada ” Eğer benden sonra peygamber gelecek olsa, o Ömer olurdu” övgüsüne mazhar basiretli halife “Devemi kaybetsem, onu Kur’an da ararım” diyerek büyük küçük herşeyin Kur’an’da olduğunu ifade etmektedir.
Evet, Kur’an’ın nazarında her şey ehemmiyetlidir, değerlidir, kıymetlidir. Ehemmiyetlidir; çünkü her mevcudun kendine bakan ciheti bir iki ise, Halık’ına bakan ciheti yüzlerdir, binlerdir. Değerlidir; çünkü eşi ve benzeri yoktur. Kıymetlidir; çünkü hazineler verilse bir elma icad edilemez.
İnsan ise halife-i arzdır. Misafir-i Rahmandır, muhatab-ı ilahidir. Öyle ise Kur’an öyle bahis etmeliydi ki insandan, her yönüyle onu tefsir etsin ve her ayeti ona yol gösterici olsun. Evet bu ayet-i kerime zahirde iki eş arasındaki problemi halletmektedir. Batın’da ise 1400 yıl evvelinden darda kalmışlara, gönlü kırışmışlara, çaresizlik içinde çırpınanlara, derdime derman yok mu diye yalvaranlara, günahkarım, isyankarım, tekrar tekrar tevbemi bozdum af isteyecek yüzüm kalmadı, yalnızım kimsesizim, acizim, ruhum ve kalbim bu dünyanın geçici zehirli bal hükmündeki haramların zehriyle öldüler diye feryad-ı figan edenlere der ki:
“Ey Ahmetler, Mehmetler, Yunuslar ve ey Ayşeler, Fatmalar, Seyyideler sizin her yerde hazır ve nazır , ezeli ve ebedi bitmez tükenmez rahmet hazineler sahibi kudretli, merhametli bir Rabbiniz var ki, O’nun huzuruna hiç bir müraacatçı ademe gerek kalmadan her manisiz, müdahalesiz, engelsiz, her haliniz her arzunuz için her an ve zamanda hacatınızı arzedebilirsiniz. Çünkü o her şeyi hakkıyla işiten ve görendir. Öyle ise mahzun olmayınız, kederlenmeyiniz, dertlenmeyiniz, Madem O var, herşey var…”
Ya Rabbi! Bize ve cümle kardeşlerimize maddi ve manevi sıkıntılardan halas eyle, hem dünyada hem kabirde, hem hesap gününde, hem sıratta nurunla rızıklandır ve beraati eline verilenlerden eyle. Amin. Amin. Amin.