Bilmem ne kadar önce ve sonra, zamanı ve mekânı yaratmadan önce Rabb-i Rahim ruhları yarattı. Öyle bir yaratış ki, suret-i Rahman tabir edilen ayine-i cemal bir istidatta, en külli ve en cami.
Takdir ettiğince bekletti ervahı Yüce Rabb, sonra sordu: “Elestü bi rabbiküm? Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” soru, cevabını bildiren tarzdaydı. “Hiç şüphesiz Rabbinizim” diyordu. Bu ana kadar kendini sorgulamamıştı ervah, şaşırdı. Âlem-i şehadete geçmemiş henüz madde itibariyle yaratılmamış evrenler, tecessüm etmek için sorunun cevabını bekliyordu. Kendi gerçekliğini ve yaratıcısının yüceliği kıyaslarken eneler, âlemlerin incisi Resul-i Ekrem (asm) “Belî” dedi. “Hiç şüphesiz sen bizim Rabbimizsin.” Birbiri ardınca secdeye kapandı ruhlar. İlk secdeden sonra kiminin benliği katılaştı ve “Ben benim, sen sensin” ded. Hâşa ve kella…
Resulullah “Levlâke levlâke lema halaktü-l’eflak” sırrına mazhardı bu yüzden. Dünya ve ahiret O’nun hürmetine yaratılmıştı. Çünkü Rabb-i Rahim’in âli maksadına külli ubudiyeti O yapıyordu. Nasıl ki, O zatın risaleti dar-ı imtihanın açılmasına sebepti; öyle de ubudiyeti dahi öteki darın açılmasına sebepti.
Sonra başladı insanın yolculuğu… Atılmış bir sudan alakaya, alakadan mudgaya, mudgadan azm ve lahme, halden hale tavırdan tavıra terbiye edildi insan. Anne rahminde üç karanlık içinden dünyaya tebessüm etti. Elest meclisinde yaşadıkları zihnen unutturuldu insana, zira dünya meydan-ı imtihandı.
Tohumun toprak altında sancısı kah daralıp, kah açışı gibi sıkışıp ferahlayarak halden hale tavırdan tavıra sokularak terbiye edilecekti insan Rabbi tarafından. Kur’an-ı Kerim’de rehbet kitapta sekiz yüz kırk altı defa “Rabb” ismi ile tanıttırmıştı kendini Rabbi.
Besleyip büyüten, maddede ve manada tedbir, tedvir ve terbiye eden O Rabbiydi. O Rabb ki; kimi zaman model tuttuğu adamı oturtup kaldıran; elbiseyi kesip biçen, tavırdan tavıra sokan bir terzi gibi kulunu halden hale koyacak, kimi kabz kimi bast, kimi hüzün kimi ferah imtihanına tutacaktı. Kalpten yükselen haksız şikâyetlere karşı cevap hazırdı: “İman edip bırakılacağınızı mı sandınız?” “Ey iman edenler! iman edin.”
Her musibet taşında hatasını anlayan koyun misali geri dönüp, derlenip toparlanmak var. Şirazeyi kaydırınca tekrar istikamete dönmek var. Üç sabır kuvvetini omuzlayıp (taat üstünde sabır, ma’siyetten sabır, musibete karşı sabır) “O’ndan geldik, dönüşümüz yine O’nadır” deyip sırr-ı teslimiyete ulaşmak var.
Teslimiyet ki, bir ölünün yıkayıcısına teslim oluşu gibi, itirazsız, sabr-ı cemili yüklenip, öylece sessiz sedasız… Zira iman tevhidi, tevhid teslimi iktiza eder. İman etmek kolay iş değil, öyle bir teslim ki ancak saadet-i dareyni iktiza eder.
Madem Rabb-i Rahim’in rububiyetine razıyız. Öyleyse rububiyeti gereğince, verdiğine de rıza lazımdır. Rabb ki, her musibet şokunda sorar: “Elestü bi Rabbiküm? Ben sizin Rabbiniz değil miyim?“