Anasayfa / Rîsâle-î Nûr / Ahmed Hüsrev Altınbaşak

Ahmed Hüsrev Altınbaşak

Husrev efendi kimdir?
Ahmed Husrev Efendi, h.1315/m.1899 senesinde Isparta’nınSenirce Köyü’nde dünyaya geldi. Babası, OsmanlıDevleti’nin son dönem Isparta vâlilerinden Hacı Edhem Beyin torunu Mehmed Bey olup,annesi Ayşe Hanımefendi idi.
“Yeşil Sarıklılar” nâmıyla bilinen ve Isparta eşrâfından olan baba tarafının şeceresi Hz. Ebûbekir’e (ra) dayanmakta; anne tarafı ise,yine asil bir sülâleye mensûb olarak evlâd-ı Resûl’den, Hz.Hüseyin’den (ra) gelmekte veecdadı “Hâfız-ı Kurrâlar”diye bilinmekte idi.

Hazret-i Üstâd’ın Barla’ya sürgün olarak geldiği 1926 senesinde, gördüğü bir rüya üzerine onu ziyarete giden Husrev Efendi, bu târihten i‘tibâren onun ilk talebele-rinden biri olarak hizmet-i Nûriyede Üstâdının hem istişâre arkadaşı, hem yardımcısı ve hizmetinin en önemli rüknü olarak yerini aldı.

Koca Osmanlı İmparatorluğu’nun vakt-i  inkırâzının ilk yılları, henüz çoklarının açıkça mücâdele etmekten çekindikleri, İslâm hesabına en ufak kıpırdanmalara dahi ağır bedellerin ödetildiği sıkıntılı günlerdi. Bedîüzzaman Hazretleri ve etrafında halkalanan Nûr talebeleri işte o kaht-ı ricâl devrinde İslâm âlemini kucaklayan hizmetleriyle bütün menfî cereyânlara karşı direniyor, birçoklarının artık ümidsizliğe düştüğü bir dönemde geleceğe ümid ve kararlılıkla bakıyor, ehl-i îmânı, hususan nesl-i âtîyi kendilerini bekleyen âhirzaman fitnelerinden kurtarmak için olanca gayretle-riyle mücâhede ediyorlardı.

Öyle ki onlar bu uğurda, hakāik-i îmâniye ve şeâir-i İslâmiyeyi muhâfaza ve i‘lân adına yasa dışı cemiyetçilikle, şerîatçılık ve hilâfet-i İslâmiyeyi te’sîs etme gāyesiyle devletin temel esaslarını değiştirmeye yönelik fa‘âliyetlerde bulunmakla suçlanıyor, bir mahkeme-den ötekine taşınıyor, hukuk dışı ka-rarlarla yıllarca hapis cezâsına mahkûm ediliyorlardı. Nûr talebeleri hizmet-i îmâniyeleri sebebiyle hapis ve sürgünlerle, sosyal ve ekonomik hayatları felce uğratılmakla ağır bedeller ödüyorlar, ama Risâle-i Nûr’dan aldıkları feyizle hizmetlerinde sebat ediyorlardı.Çile kahramanı büyük Üstâd târîhçe-i hayatında, hayatının hulâsasını şöyle tasvîr eder:

“Seksen küsûr senelik bütün hayatımda, dünya zevki nâmına bir şey bilmiyorum. Bütün ömrüm harb mey-danlarında, esâret zindanlarında yahut memleket hapishânelerinde, memleket mahkemelerinde geçti. Çekmediğim cefâ, görmediğim ezâ kalmadı. Dîvân-ı harblerde bir cânî gibi muâmele gör-düm. Bir serseri gibi memleket memleket sürgüne yollandım. Memleket zindanlarında aylarca ihtilâttan men‘ edildim. Def‘alarca zehirlendim. Türlü türlü hakāretlere ma‘rûz kaldım.”

Üstâd’ın çile dolu bu hayatına onun hemen yanı başında aynı gāye ve benzer çilelerle iştirâk eden talebelerinin başında Ahmed Husrev Altınbaşakgeliyordu. O, Risâle-i Nûr’un Eskişehir, Deniz-li, Afyon gibi bütün mahkemelerinde Üstâdı ve sâdık Nûr talebeleri ile birlikte i‘dâm kasdıyla muhâkeme edilmiş, onun vefatından sonra da birçok cezâevi, ağır cezâlık duruşmalardan sonra yeni çilehâneleri olmuştu. Denizli Hapsi’ndeki zehirlenmelerini hıfz-ı İlâhî ile Üstâdla birlikte atlattıklarında, aynı hâdisede aralarından Hâfız Ali Ağabey’i şehîd vermişlerdi. Rahmetullâhi aleyhim.

Bedîüzzaman Hazretleri, tahammü-lü pek müşkil bu ağır şerâit altında sür-günden sürgüne sürüklendiği ve gözal-tında tutulduğu yerlerde te’lîf ettiği Nûr risâlelerini mektublar hâlinde hizmet-i nûriyenin merkezi olan Isparta’da bu-lunan Husrev Efendi’ye gönderiyor, eserler Husrev Efendi’nin kontrolünde, Nûr talebeleri vâsıtasıyla bir taraftan elle yazmak sûretiyle ve bir yandan da teksîrmakinesiyle çoğaltılarak Anadolu’nun her köşesine sevk ediliyordu.

Memleketin birçok köşesindeki Nûr talebelerinin yazdıkları mektublar da onun vâsıtasıyla Üstâd’a ulaştırılıyor, çoğu kez Üstâd’ın arzusuna göre cevablarını kendisi yazıyordu. Hazret-i Üstâd bu vesîle ile kendi-sine “Gül Fabrikası” ünvanını verdi-ği Husrev Efendi’nin nûr hizmetinin sevk ve koordinasyonu noktasındaki bu vazîfesini şöyle anlatır:
“Husrev’i  tashîhteve  tevzî‘deve  tedbîrdeve  muhâberedeve Nûrların neşir ve yetiştirmesinde tebrîk ve muvaffakiyetine duâ ederiz.

Bu ehemmiyetli vazîfelerleberaber; yine o şirin ve parlak kaleminin yazılarını çok nüshalarda görüyoruz.”

 

“Husrev’in dâimâ kerâmetli, isâbetli ve fâideli ve çok yüksek fikri, her vakit Kur’ân hizmetinde kıymetdardır.”

 
Bedîüzzaman Hazretleri, “Husrev münâsib görmediği kısmı ta‘dîl, tebdîl, ıslah edebilir”diyerek hiçbir talebesine vermediği bir selâhiyeti, eser-lerine müdâhale etme selâhiyetini Husrev Efendi’ye vererek, onun Risâle-i Nûr hizmetindeki hayatî mevkiini biz-lere göstermiş, Emirdağ’da zehirlendiği zaman onun kendi bedeline ölmek istediğini ifade eden mektubuna verdiği şu cevabla bu hususu bir kez daha te’yîd etmişti:“Risâle-i Nûr’un kahramanı Husrev, benim bedelime ölmek ve benim yerimde hasta olmak samîmî ve ciddî istiyor. Ben de derim: Te’lîf zamanı değil, şimdi neşir zamanıdır. Senin yazın, benim yazımdan ne derece ziyâde ve neşre fâideli ise, hayatın dahi hizmet-i Nûriyede benim bu azablı hayatımdan o derece fâidelidir. Eğer benim elimden gelseydi, hayatımdan ve sıhhatimden size memnuniyetle verirdim.”

Üstâdının Ta‘rîfiyle Husrev Efendi Üstâd, Risâle-i Nûr hizmetinde temâyüz eden Husrev Efendi’yi bizlere tanıtırken, memleket çapındaki medrese-i nûriyesinde onu talebeleri-nin önüne bir mikyâs olarak koyuyor ve onlara Husrev Efendi’nin adı ve ölçüsü ile iltifât ediyordu.

Meselâ, Merhum Hasan Feyzî Ağa-bey, Üstâdı için ‘Denizli’nin Husre-vi’ olmuştu. ‘Aydın ve havâlîsinin Husrevi’ Ahmed Feyzî Efendi idi. Kastamonu’daki hizmetleriyle Üstâd Hazretleri’ni memnun eden Mehmed Feyzî Efendi de onun için bir ‘Küçük Husrev’ idi. O, bu ünvanı iftihârla taşıyor, yazdığı mektubları ‘Küçük Husrev Mehmed Feyzî’ im zasıyla bitiriyordu. İnebolu’lu Nazîf Çelebi’nin ünvanı‘İnebolu Husrevi’, İnebolu’nun ünvanı ise ikinci Isparta idi. Kezâ Isparta’nın Kâtib Osman’ı ‘İkinci bir Husrev’dir. Emirdağ’da ve hayatının son senelerin-de Hazret-i Üstâd’ın hizmetkârlığını ve şoförlüğünü yapmış olan Ceylan Ağabey ise Üstâdı nazarında ‘Küçücük bir Husrev’ idi. Birinci Tâhir ise, Hazret-i Üstâd için tam bir Husrev’dir. Hazret-i Üstâd, Husrev Efendi’nin Risâle-i Nûr hizmetindeki mevkiini ve talebeleri nezdindeki mümtâz makamı-nı gören ve bu hâli sarsmak için dessâs planlar tertîb eden mihrâkların oyunlarına gelinmemesi için talebelerini şöyle îkāz ediyordu:

“Gizli düşmanlarımız iki planı ta‘kîb ediyorlar. Birisi, beni ihanetlerle çürütmek; ikincisi, mâbeynimizde bir soğuk luk vermektir. Başta Husrev aleyhinde bir tenkîd ve i‘tirâz ve gücenmek ile bizi birbirimizden ayırmaktır. Ben size i‘lân ederim ki: Husrev’in bin kusuru olsa, ben onun aleyhinde bulunmaktan korkarım. Çünki, şimdi onun aleyhinde bulunmak doğrudan doğruya Risâle-i Nûr’un aleyhinde ve benim aleyhimde ve bizi perişan edenlerin lehinde bir azîm hıyânettir…”

Kabûl etmek lâzımdır ki, Bedîüzzaman Hazretleri’nin bu ifadeleri, herkes hakkında söylenebilecek basit iltifât cümleleri değildir. Zîrâ Üstâd Hazretleri, hizmetleri sebkat eden bir-çok büyüğümüze iltifâtkârâne teveccüh ederek hizmetlerini alkışlarken, hiçbiri hakkında bu keyfiyette ifadelerde bulunmamıştır.

Hiçbir ağabey hakkında bizlere, “Husrev gibi bir Nûr kahramanından benim yerimde ve Nûr’un şahs-ı ma‘nevîsinin çok ehemmiyetli bir mümessili olmasından hiç bir cihetle gücenmemek elzemdir” benzeri îkāzda bulunmamış, “Onun aleyhinde bulunmayı kendisi aleyhinde, hatta Risâle-i Nûr’un aleyhinde bulunmak”la denk tutmamıştır.
Hazret-i Üstâd’ın kendi beyânları başka delile, araştırmaya ihtiyaç bırakmayacak kadar açıktır ve Risâle-i Nûr’lar mîrî malıdır, ortadadır ve hiç kimsenin tekelinde değildir. O, bir vasiyet hükmünde Husrev Efendi’yi bizlere şöyle tanıtıyordu:

“Ben da‘vâ eder ve isbat ederim ki,bu soğukta soğuk muâmele gören
ve millete ve vatana zararlı tevehhüm edilen ve vücutça hastalıklı bulunan Husrev(Sellemallâhü Teâlâ- Allah ona selâmet versin), Türk milletinin ma‘nevî büyük bir kahramanı ve bu vatanın bir halâskârıdır ve Türk milleti onun ile iftihâr edecek bir hâlis fedâkârıdır. Ve sırr-ı ihlâsa tam mazhar olduğundan benlik ve riyâkârlık ve şöhretperestlik bulun-mamasıcihetiyle, çok hizmet-i vata-niye ve milliyesinden bir ikisini beyân etmek zamanı geldi. Bu zât müstesnâ ve şirin kalemiyle nûrlardan altı yüz risâleye yakın yazmış ve vatanın her tarafına neşrederek komünist perdesi altında dehşetli ifsâda çalışan anarşistliği kırdı ve tecâvüzünü durdurdu ve bu mübârek vatanı ve bu kahraman milleti o zehirden kurtarmak için te’sîrli tiryâkları her tarafa yetiştirdi. Türk gençlerini ve nesl-i âtîyi büyük bir tehlikeden kurtarmaya vesîle oldu…”

“Şimdi Husrev gibi bir nûr kahramanı size ihsân edildi.Ben şimdiye kadar Husrev’i ehl-i dünyaya göstermiyordum, gizliyordum.. Hem ben, hem o, daha gizlemek değil…” diyerek onu bizlere tekrar tekrar tanıtırken; onun aleyhinde bulunmayı, Risâle-i Nûr’un ve kendisinin aleyhinde bulunmakla eşdeğerli tutuyor, bir kısım talebelerini gizli düşmanların planlarına aldanarak ihanet tuzağına düşmek ihtimâline karşı îkāz ediyordu. Husrev Efendi, Nûr hizmetinin ilk günlerinden, Üstâd’ın dâr-ı bekāya irtihâline kadar ve onun sonrasında son nefesine kadar bu hizmetin her safhasında, her mahkemesinde bulunmuş, çilesini çekmiş mümtâz isimlerin en başında gelmektedir. Bu yüzdendir ki umum nûr talebe-leri içinde Risâle-i Nûr Külliyâtı’nda en çok ismi geçen odur.

Husrev Efendi’nin Risâle-i Nûr hizmetindeki bu yerini, şifâhî ve resmî kaynaklar da te’yîd etmektedir. Meselâ, Isparta Cumhuriyet Müddeî Umûmîliği’nin 954/311 esas ve 956/8 numaralı ve daha 1956 yılında Hazret-i Üstâd’ın hayatta iken Said Okuradıyla sanık listesinde bulunduğu iddiânâmede geçen şu ifadelerde Husrev Efendi’yi ta‘rîf eden satırlar câlib-i dikkattir:

“Maznûn Husrev Altunbaşak: 22 seneden beri Said Okur’u tanıdığı, kitablarını okuduğu, bu kitabları teksîr edip dağıttığı, Saîd-i Nûrsî’nin yazdığı mektub ları dahi teksîr ederek isteyenlere gönderdiği, bu eser ve mektubları okuyanlara “Nûr Talebesi” adı verdikleri,

Nûr Talebelerinin Saîd-i Nûrsî’yi Üstâd olarak tanıdıkları, bunların ma‘nevî topluluğuna Medresetü’z-Zehrâ adını verdikleri, Said Okur’la beraber müte-addid def‘a mahkemeye verildiği, hatta tevkîf edildiği, evinde yapılan aramada elde edilen eserlerin Said Okur tarafından kaleme alındığı, bu eserleri mûmkâğıt üzerine yazarak teksîr etmesi için maznûnlardan Tâhir Mutlu’ya yolladığı, evinde Saîd-i Nûrsî’ye âit mektub-lar bulunduğu, kendisine gönderilen bu mektubların ve havâlelerin Rüşdü Çakın adresine gönderildiği ve en eski, en fa‘âl nûrculardan olduğu, Saîd-i Nûrsî’nin en mu‘temed adamı bulunması dolayısıyla Üstâd-ı Sânî olarak tanındığı hususların-da maznûnun ikrârı ve şâhidlerin şehâdeti  ve aramada elde edilen vesîkalar gibi deliller mevcûddur.”

Husrev Efendi’nin, gerek Hazret-i Üstâd’ın ve gerekse Nûr talebelerinin bu teveccühleri karşısında Üstâdına ve da‘vâ arkadaşlarına karşı hürmetkâr ve ihlâslı tavrı hiç değişmedi. Onun Hazret-i Üstâd’a yazdığı mektubları Risâle-i Nûr’un kıymetinin ifade edildiği vecîz rağbetnâmeler, hem talebelerin Üstâdlarına ve Risâle-i Nûr’a nasıl bir tavr-ı hürmet içerisinde olması gerek-tiğini gösteren âdâb  nâmeler, hem de Kur’ân’ın sâhilsiz ummânından coşkuy-la akan Nûr Risâ  le leri  nin beşer ruhunda-ki te’sîrâtına şehâdet eden ihlâsnâmeler hükmündedir.
Üstâdına yazdığı şu mektub bunun güzel numûnelerinden biridir:

“Her tarafı ve her hâli kusur ve ayıbla dolu talebeniz, sevgili Üstâdının ayaklarının altına varlığını sermişti. Belki her gün, bu şiddetten daha büyük bir şiddetle muâmele görse ve hatta Üstâdı uğrunda, yüz bin hayatı olsa hepsini bile vermeye bilâ-tereddüd hazır olduğunu, sûrî değil, kalbî bir i‘tirâfla müheyyâdır.
Mücrim talebeniz senelerden beri Hâlikından bir hâmî istiyordu. Baştan aşağıya kadar siyahlıklarla dolu olan defter-i a‘mâlim tedkîk edilse, bu hususta ne kadar tazarru‘ ve niyâzım vardır ve ne kadar gözyaşlarım bulunacaktır.

Kur’ânî hizmet uğrunda, arzın sekenesi kadar hayatım olsa, her birisini fedâ etmeyi, ne büyük saadet ve şeref kabûl etmişim.
Ey sevgili Üstâdım! Ey kıymetdar Hocam! Ey senelerden beri aradığım muhterem mürşidim! Ey azîz dellâl-ı Kur’ân!Izdırablarımın sürûra inkılâb etmekte olduğunu hissediyorum.” Husrev Efendi, Üstâdının Risâle-i Nûr’da te’sîs ve tesbît ettiği esaslarla mâhiyeti ve çerçevesi çizilmiş olan nûrânî ve Kur’ânî meşreb ve mesleğinden zerre mikdar ayrılmadan, ta‘vîz vermeden hizmet etmiş, binlerce genç Said’ler ve Husrev’ler yetiştirmiştir.

ÜSTÂD’IN VEFATINDAN SONRA RİSÂLE-İ NÛR HİZMETİ

Üstâd Bedîüzzaman Hazretleri’nin vefatından sonra, Risâle-i Nûr câmiası içinde değişik isimler altında farklılaşmaların ve gurupların ortaya çıktığı bir dönemde Husrev Efendi, Risâle-i Nûr hizmetine sadâkatle sâhib çıkmış ve onun aslî çizgisinden aslâ sapmamıştır.

Kendisini bir parça tanıyan herkesin teslîm ettiği üzere Husrev Efendi, Risâle-i Nûr hizmetinden ve hizmet-i nûriyenin düstûrlarından bütün hayatı boyunca kıl kadar ta‘vîz vermemiş, Üstâdından tevârüs ettiği hizmetini hiç bir ma‘nevî kire bulaştırmadan devam ettirmiştir.

Bu hizmetin düstûrlarına herhangi bir te’vîle girmeksizin tâbi‘ olmayı ve hizmet-i nûriyenin ruhu olan sünnet-i
seniyeye ittibâı ve bid‘alara muhâlefeti esas maksad yapmıştır. Husrev Efendi, hayatının lisân-ı hâliyle ortada olduğu gibi hizmetinimaddeye tahvîl etmek değil, bil’akis servetini hizmetine fedâ etmiş, dünya cihetiyle bilinen zenginliğini aslâ yaşamamış, ablasının kendisine tahsîs ettiği mütevâzi‘ bir evde en mühim vazîfe-i hayatını bu hizmetin neşri bilmiştir.

Özellikle belirtmek gerekir ki üzücü ayrılıkların başladığı bir hengâmede Husrev Efendi, bir kısım da‘vâ arkadaşlarının kendisine muhâlefeti ve siyâsetin câzibesiyle ayrılması pahasına etrafındaki Nûr talebeleri ile birlikte bu nezîh hizmeti hiçbir siyâsî fitneye âlet etmemiş, Risâle-i Nûr hizmetinin siyâsete bakış istikameti çerçevesinde, o çalkantılı yıllarda bu Kur’ân hizme-tini hiçbir siyâsî kuruluşun arka bahçesi hâline getirmemiştir.
Husrev Efendi, Nûr hizmetinin en önemli düstûrunu muhâfaza adına, bid‘alara aslâ tarafdâr olmamış, iç ve dış mihrâklara, siyâset dünyasının makam mansıb dağıtıcılarına ve güç odaklarına en ufak ta‘vîz vermemiş, hizmetinin izzetini hayatı boyunca muhâfaza etmiştir. Bu asil duruşuyla Nûr hizmetinin sâlimen bugünlere ulaşmasına vesîle olurken, Üstâdının onun hakkında:

“Sırr-ı ihlâsa tam mazhar olduğundan benlik ve riyâkârlık ve şöhretperestlik bulun-maması cihetiyle… benim yerimde ve Nûr’un şahs-ı ma‘nevîsinin çok ehemmiyetli bir mümessili” diyerek neden böylesine tezkiye ettiğini, vâkıa mutâbık sûrette hizmetiyle te’yîd etmiştir.

Zîrâ Husrev Altınbaşak, Üstâdı Bedîüzzaman Hazretleri’nden sonra onun dünyadaki vazîfe-i uhreviyesi-nin kuvvetli bir medârı ve tam yeri-ne geçen hayrulhalefi ve Risâle-i Nûr eczâlarının en emîn sâhibi ve muhâfızı olmuştur.

Hâsılı, Husrev Efendi, Üstâdının Risâle-i Nûr’da te’sîs ve tesbît ettiği esas-larla mâhiyeti ve çerçevesi çizilmiş olan nûrânî ve Kur’ânî meşreb ve mesleğinden zerre mikdar ayrılmadan, ta‘vîz vermeden hizmet etmiş, binlerce genç Said’ler ve Husrev’ler yetiştirmiştir.

Bedîüzzaman Hazretleri’nin vefa-tından sonra, Isparta, Eskişehir, Bursa, Bergama ve Buca Cezâevlerinde çileli hayatına devam eden Husrev Efendi’nin 1971 yılında askerî muhtıra sonrasında, 72 yaşındaki ihtiyâr hâliyle 96 talebesi ile birlikte, bugün için îzâhı bile müşkil ağır şartlar altında mahkemeye verilip, sıkı yönetim mahkemesinde yedi yıl hüküm giymesi, onun o yaştaki mücâdele ruhunu ve anlayışını göstermesi bakımından bugün artık târihe mal olmuş bir ibret vesîkasıdır.

Hayatının son demlerinde hapisten henüz çıktığı yıllarda, talebeleri ile birlikte İstanbul’da Hayrât Vakfı’nı kurdu ve çok geçmeden 1977 Ağustos’una tevâfuk eden bir Ramazan ayında, arkasında binlerce yetişkin Nûr talebesi bırakarak âhirete irtihâl etti.Rahmetullâhi aleyh.

Husrev Efendi, hapis ve esâretlerle, ta‘kîb ve tazyîkātla dolu olarak îmân ve Kur’ân hizmetinde geçen mütevâzi‘ hayatının en büyük gāyesini, aynen Üstâdı Bedîüzzaman Hazretleri gibi, bütün İslâm büyükleri gibi “i‘lâ-yı kelimetullâh” bildi.Onlar, himmetlerini milletleri büyüklüğünde tutabilmiş, katlandıkları bunca eziyeti ümmet-i Muhammed’in îmânının selâmeti uğruna helâl edebilmiş ve mahzâ rızâ-yı İlâhî istikametindeki cansiperâne bu hizmetlerini, hayatları  nın en mühim vazîfesi telakkî etmiş ve dünyaya kıymet vermemişmümtâz insanlardı.Cenâb-ı Hak’dan niyâz ediyoruz ki, bizleri de Üstâdımız Bedîüzzaman Said Nûrsî Hazretleri’nin ve kendisinden son-ra îmân Kur’ân hizmetini sarsılmadan de-vam ettiren Husrev Efendi’nin ve emsâli büyük zâtların sırrına mazhar eylesin.Fitne-i âhirzamanın îmân-küfür muvâzenesinde bizleri o nûrlu hedef-lerden ve rızâsı dâiresinde istikametten ayırmasın. Nûruyla yaşatsın ve o nûrla huzuruna alsın. Âmîn

5 Yorumlar

  1. beğeniyle okudum ellerinize sağlık

  2. çok yerlerde özellikle kendini nur talebesi olarak tanıtan kişilerin karalayicı ifadelerinin aksine çok objektif anlatmışsınız… Teşekkürler

  3. hüsrev abimize ve hizmetine dil uzatanlar büyük hata içindedirler.af dileyip nefis muhasebesi yapsınlar.

  4. Mehmet Badıllı

    Allah razı olsun. Hüsrev abimizi çok güzel anlatmışsınız.
    Onun hakkında olumsuz konuşan bir kişi dahi görmedim. Allah onların o samimi ihlaslı hizmet aşkını bizlere de nasip etsin inşaallah.

  5. hocam abim icin size yaziyorum.lutfen cevap verin ismi elşen anne adi nezaketdir.dayim oldukten sonra bu çocuk tuaf oldu.doktorlara goturduktedavi olundu ama sonuç 0.anlamiyorum.bu çocuk ezan bile sevmiyor.bana diyor okumasin vurcam seni falan.çocuk kendinde değil.hurmetle Hayala.Lutfen bana cevap verin hocam.Allah icin.Sizi okudum guvendim diye yazdim.cevapsiz birakmayin beni.

Bu konuyla ilgili Yorum Yapın

Mailiniz yayınlanmayacak



Başa Dön
ergene haber ogretmenler.org felsefe çorlu haber