Yüce Rabbimiz “Ben insanları ve cinleri ancak bana ibâdet etsinler diye yarattım“1 buyurur. Bu âyetin sırrıyla insanın bu dünyaya gönderilmesinin ve hikmet ve gâyesi Hâlık-ı Kâinat’ı tanımak ve O’na iman edip ibâdet etmektir. İbâdetin mânâsı ise; kulun kusurunun farkına vararak acz ve fakr içinde sonsuz kemâl, kudret ve rahmet sâhibi Yaratıcısının önünde hayret, muhabbet ve acziyet içinde secdeye kapanmasıdır. Böylelikle kâinat içinde bir zerre gibi zayıf ve küçük bir mahlûk olan insan, vazife-i asliyesi olan iman, duâ ve ibâdetle mahbub ve müntehab bir kul derecesine yükselir. Cüziyetten, hakiki nurani ve ulvi bir külliyete çıkarak halife-i zemin ve eşref-i mahlûk olur. Cenâb-ı Hak bu kulluk borcunu hakkıyla eda edenlere hitaben buyurur ki: “Allah’a tevbe edenler, ibâdet edenler, oruç tutanlar, rükû edenler, iyiliği teşvik edip kötülüğü vazgeçirenler, Allah’ın hududunu koruyanlar. İşte onlar var ya! O mü’minleri müjdele…“2
Fakat bize vaad edilen bu mükafatlar ibadetlerimizin neticesi olarak gelmez. İbadetin mukabilinde verilen sevap ancak bir ikram ve ihsan-ı ilahi olarak tezahür eder. Öyle ki ibâdetlerin temelinde bu dünyada bize ihsan edilen ve çok ihtiyaç duyduğumuz nimetlere karşı bir şükran borcu yatar. Bizler yokluk karanlıklarından çıkarılarak hayat hakkı verilmekle insaniyet mertebesine yükseltilmişiz. Önümüze türlü türlü nimet sofraları açılmış. Bu nimetlerden hem istifade hem de lezzet için göz, kulak, dil ve mide gibi zâhiri duygularla mücehhez kılınmışız. Ayrıca akıl, kalp, ruh ve birçok latifeler de bâtıni duygular olarak ihsan edilmiş. Rabb-i Rahim akıl ve kalbin istikamet bulması için de iman ve İslâmiyet hakikatini insana lutfetmiş. İnsan bu iman ile üzerinde tecelli eden Esma-yı İlahiyeyi okuyabilmiş ve asıllarına müştak olmuştur. İşte Cenâb-ı Hak bu nimetler için özetle buyurur ki: “Ey İnsanlar! Siz ve sizden evvelki insanları yaratan Rabbinize ibâdet ediniz ki: Arzı size döşek, semâyı binanıza dam yapmış ve semadan indirmiş ki sizlere rızık olmak üzere yerden meyve ve diğer gıdaları çıkartmış. Öyle ise Allah’a misil ve ortak yapmayınız.” 3 ve: “Allah’ın nimetlerini saymaya kalksanız saymakla bitiremezsiniz.”4 Evet biz ücretimizi almışız, ona göre de hizmet ve ubûdiyetle mükellefiz. “İşte ey nefis! Sen bu ücreti almışsın, ubûdiyet gibi lezzetli, rahatlı, hafif bir hizmetle mükellefsin buna da tembellik ediyorsun.”5
İBÂDETİN FAYDALARI
İbâdetin en mühim ciheti şükür boyutudur. Şükür, herşey de rahmet vechini ve nimet cihetini görmektir ki içinde hakiki tevekkül ve teslimiyet taşır. Bu ise Mün’im-i Hakiki’yi devamlı tefekkür etmeye, gafleti dağıtmaya ve kalp huzuruna vesile olur. Gelmiş geçmiş bütün günahları affolduğu hâlde sabahlara kadar ibâdet eden Allah Resûlü’nün (asm) bu hâline hayret eden Hz. Aişe’ye: “Ya Aişe, Rabbine çok şükreden bir kul olmayayım mı?” cevabındaki sır budur. Acziyet ve cüziyet içindeki biz kulların ibadetini ve şükrünü küllileştirecek ve yaratana lâyık bir ibâdet hâline getirecek şey ise niyetimizde gizlidir. Niyet her zaman amelin önüne geçmiştir. İşte bu açıdan külli şükrün anahtarı olan namaz gibi bir ibâdetle mükellef olmuşuz. Çünkü namaz bütün mahlûkatın her çeşit ibâdetlerini içine bir fihrist gibi toplama niyetiyle küllileştiren bir ibâdettir. Diğer dünyevi mübah amellerimiz dahi bu niyet şuuru ile ibâdet makamına çıkarlar.
Yüce Nebi (asm) “Dua ibâdetin beynidir ve özüdür” buyurur. Bu cihetle duâ ibâdetin merkezine oturur. Duâ esas ubudiyettir ki insanın asıl vazifesi iman ve duâdır. Duâ naz ve niyaz makamıdır. Bu yüzden “De ki eğer duânız olmasa Rabbimin katında ne ehemmiyetiniz var“6 ihtarına muhatab oluruz. Duâ ibadetin içinde öne çıkan en leziz ve hazır netice ve ikram ise şudur: “Duâ eden adam bilir ve duâ ile bildirir ki birisi var, onun sesini dinler. Derdine derman yetiştirir. Ona merhamet eder. O’nun eli herşeye yetişir. Ve bu boş, hâlî dünyada o yalnız değil. Belki bir Kerim Zât var, ona bakar, ünsiyet verir. Onun hadsiz ihtiyacını yerine getirebilir.”7
İbâdette öne çıkan unsurlardan birisi de sabırdır. Çünkü sabır imanın yarısıdır. Dinin emir ve yasaklarında gösterilen sabır ve bu sabırdaki samimiyet ve süreklilik o ibâdeti zahmet olmaktan çıkarıp lezzete dönüştürür. Yine çekilen sıkıntı ve hastalıkların içinde gösterilen sabır ve şükür ile kulluğun zirvesine varılır. Çünkü işine hiçbir riya karışmadan tam bir halisiyet ile Rabbe yönelinir. “Evet, ibâdetin ruhu ihlâstır. İhlâs ise yapılan ibâdetin yalnız emredildiği için yapılmasıdır.”8 İbâdete devam etmekle itikadımız ve iman hükümleri hayatımızda sâbit kılınarak meleke hâline gelir. Hayatımızı vahyin ekseninde tutar. Taklidi iman sâhipleri de ibâdete devamla meleke kazanıp tahkiki iman sâhibi olabilir. Allah’ın emirlerini yapmak ve nehiylerinden kaçınmaktan ibaret olan ibâdetle vicdani ve akli olan imani hükümler takviye ve terbiye edilerek eserleri ve tesirleri kuvvetlenir. Aksi takdirde âlem-i İslâm’ın şu hâl-i hazırdaki durumu gibi iman ve Kur’ân hükümleri hayatımızdan çıkarak tesirleri zayıflar. Ehl-i iman dahi severek ve isteyerek dünya hayatını âhirete tercih etmeye sebeb olur. Şehevi ve gadabi hislerimiz de ibâdet ile terbiye edilir. Bu da şahsi ve içtimai hayata huzur ve intizam getirir. Ayrıca ibâdet ve takva nefisle mücadeleyi kolaylaştırır. Ruhun istidadlarını inkişaf ettirerek zâhiri ve bâtini hislerin kemâlatını sağlayıp insanı nefsinin kölesi olmaktan kurtarır.
Hakiki iman ve ibâdetin parelelinde gelen bir kuvvet ile insan hiç bir dünyevi güç önünde acze düşmez. Böyle bir insanı tüm dünya bomba olup patlasa korkutamaz. Tevekkül ve teslimiyet içinde dünyayı da huzurla ve saadetle geçirir. Evet, her çeşit ibâdet Allah’a bir yaklaşma, her yaklaşma ise bir itaattir. İtaatin neticesi de mahbub bir kul makamına çıkarak rıza-yı İlahi’yi kazanmaktır. Evet, netice olarak Cenâb-ı Hak” Senin ibâdetine muhtaç değil, hem hiç bir şeye muhtaç değil. Fakat sen ibâdete muhtaçsın. Sen mânen hastasın ve senin mânevi yaralarına tiryak hükmündedir.”9 “Havf ve reca ortasında bulunmakla Rabbinizden takvayı reca ederek Rabbinize ibâdet ediniz. Ve sizlere yaptığı keramete (ikrama) karşı ibâdetle o keramete liyakatınızı izhar ediniz.”10
Kaynaklar: 1. Zâriyat, 56 2. Tevbe, 112 3. Bakara, 21, 22 4. İbrahim, 34 5. 24.Söz 6- Furkan, 77 7. Mektubat 8. İşâratü’l-icaz 9. 23. Lema 10- İşâratü’l-İ’caz