Anasayfa / Güncel / Veli ve Velilik

Veli ve Velilik

1. Veli ne demektir?

Veli lügatte dost, muhib, yardımcı manalarına gelir. Istılahta ise, nefsiyle mücadele ederek mârifet ve ibadetleriyle Hak Teâlâ’ya vâsıl olmuş, O’nun manevi yakınlığına ermiş, dostluğunu kazanmış kimse demektir.

Âlimler, veliliği, umumi velilik (velâyet-i amme), hususi velilik (velâyet-i hassa) olmak üzere iki kısımda ele almışlardır.

Velâyet-i amme: Allah’a iman eden bütün mü’minlerin velâyetidir. Kur’ân’da “Allah iman edenlerin velisidir, onları karanlıklardan nura çıkarır(Bakara, 257) buyurulmuştur. Bu târife göre her mü’min velidir. Yani Allah’ın dostudur. (Bkz: Molla Câmi, Nefehatü’l- Üns Tercümesi, Huzur y. s. 23)

Velâyet-i hassa: İtaatleriyle Allah’ın dostluğunu kazanmış kimsedir. Velâyet-i hassanın değişik târifleri yapılmıştır. Bu târifler ekseriyetle şu üç madde üzerinde durur:

a. Mârifet; Veli ârif-i billah olan kimsedir. Yani o, Allah’ın zât, sıfat, isim ve fiillerini tafsilatıyla bilen, marifetullaha ve tahkiki imana ermiş kimsedir. Fahrettin Râzi “Allah’ın velisi; deliller üzerine bina edilmiş sahih, doğru bir itikat taşıyan, Şeriata uygun sâlih amelleri işleyen kimsedir” der. ( Fahrettin Râzi, Tefsir, Darü’l-Kikr, c.9, s.132)

b. Takva; Veli, takva sahibi kimsedir. O, elinden geldiğince farz, vâcip ve sünnetlere riayet eder, haramdan hatta şüpheli şeylerden ve mekruhlardan kaçınır. Allah’a isyan etmez, haram lezzet ve şehvetlerin peşinden koşmaz. (Bkz: Cürcani, Târifat, Darül-Kitabü’l-Arabi, s. 329). Bir ayette “Dikkat edin, Allah’ın velilerine (dostlarına) korku yoktur; onlar üzülmeyecekler de. Onlar, iman edip takvaya ermiş olanlardır. (Yunus, 62,63) buyurulmuştur.

Helale, harama dikkat etmeyen, şüpheli şeylerden kaçınmayan veli olamaz. Bu bilhassa yeme içme konusunda daha çok ehemmiyetlidir. İbrahim Edhem “Kemale erenler, ancak midelerine gireni kontrol etmekle kemâle erebilmişlerdir” demiştir. Yahya b. Muaz da “Taat bir hazinedir, anahtarı duâ, anahtarın dişleri ise helal lokmadır” der. Bir başkası da ” Sıddıklar mertebesine yükselmek isteyen helâl yemeli ve sünnet üzere amel etmelidir” demiştir.

c. Ahlâk; Veli, İlahi ahlâkla ahlâklanmış, Allah’ın kullarıyla iyi geçinen, şefkatli, merhametli, mütevazi, güzel ahlak sahibi kimsedir. Güzel ahlâk velinin en büyük özelliğidir.

Bazı mutasavvıflar, “Veli fena fillah ve beka billah makamına ermiş kimsedir” demişlerdir. (Bkz: Molla Câmi, Age, S,23,24). Bununla da onun şahsi, nefsani düşüncelerden, davranışlardan uzak olup her halûkarda Allah’ın rızası doğrultusunda hareket ettiğini anlatmak istemişlerdir. Buna işareten Peygamberimiz (asm) şöyle buyurmuştur: “Allah buyurdu ki: Kim benim veli bir kuluma düşmanlık ederse, ona harp ilan ederim. Kulum ona farz kıldığım şeylerden daha sevimli bir şeyle bana yaklaşmamıştır. Kulum bana nafilelerle yakınlaşmaya devam eder. Sonra ben onu (bu hallerinden dolayı) severim. Ben onu sevdiğim zaman, onun işiten kulağı, gören gözü, tutan eli, yürüyen ayağı olurum. Benden bir şey isterse onu mutlaka veririm. Bir şeyden bana sığınırsa onu mutlaka korurum.(Buhari, Rikak, Bab, 38)

Veli, Evliya İmajı2. Veliler Allah’ın dostlarına dost, düşmanlarına düşman olurlar

Allah için sevmek, Allah için buğzetmek, Allah’ın dostlarına dost, düşmanlarına düşman olmak da veliliğin şartlarındandır. Peygamberimiz (asm) ” Bir kul Allah için buğzettiğinde Allah’ın dostluğuna hak kazanır” buyurmuştur. ( Müsned-i Ahmed, c, / Ed- Dğrrğ’l-Mensur, C.4, 371)

Başka bir hadiste de şöyle buyurulmuştur: ” Kıyamet gününde -kendini, hiç günahı olmayan, iyi biri olarak gören- bir kul getirilir. Ona şöyle denilir: “Benim dostlarıma dost oluyor muydun?”. Adam “Ben insanlardan selâmette idim.” Ona “Düşmanlarıma düşman oluyor muydun?” denilir. Adam “Yâ Rab! Benimle hiç kimsenin arasında bir şey (anlaşmazlık) yoktur.” Der. Allah Azze ve Celle şöyle der: ” (İzzetime yemin olsun ki) dostlarıma dost, düşmanlarıma düşman olmayan rahmetime nail olamaz.( Dürrü’l- Mensur, c.8, s. 887, Taberani’den)

İbn Abbas (ra) şöyle demiştir: ” Allah için sev! Allah için buğzet! Allah için düşman ol! Allah için dost ol! İşte bunlarla Allah’ın dostluğuna nail olursun.” Sonra İbn Abbas bu söylediklerine delil olarak şu ayeti okudu “Allah’a ve ahiret gününe iman eden bir topluluğun, -babaları, oğulları, kardeşleri ve akrabaları bile olsa- Allah’a ve Resulune karşı gelenlerle dostluk ettiğini göremezsin.” (Mücadele, 22)

Allah’ın, İsa (as) a şöyle vahyettiği rivayet edilir. ” Ey İsa! Sen yer ve gök ehli kadar bana ibadet etsen de Allah için (mü’minlere) muhabbetin, Allah için (kafirlere) buğzun olmasa Allah katında hiç bir kıymetin olmaz.”

Allah’ın sevdiklerine düşman, Allah’ın buğzettiğine dost olanlar, diğer ifadeyle kâfirlerle dost olup mü’minlere düşman olanlar, Allah’ın dostluğuna değil, gazap ve kahrına maruz kalırlar.

3. Veli sünnete riayet edendir

Veliler, velâyet mertebesine ancak sünnet-i seniyeye uymakla ulaşabilmişlerdir. Sünnete riayet etmeyen veli olamaz.

Üstad Bediüzzaman şöyle der: Velâyet yolları içinde en güzeli, en müstakimi, en parlağı, en zengini, Sünnet-i Seniyeye ittibâdır. Yani, amellerinde ve hareketlerinde Sünnet-i Seniyeyi düşünüp O’na tabi olmak ve taklit etmek ve muamelat ve fiillerinde ahkam-ı şer’iyeyi düşünüp rehber edinmektir. (Telvihât-ı Tis’a’dan)

Cüneyd-i Bağdadi “Allah Resûlünün izine (sünnetine) tabi olanların haricinde (Allah’a giden) bütün yollar halk için kapalıdır. Bizim bu mezhebimiz (tasavvuf yolu) Kitap ve sünnetle kayıtlıdır” der.

Bir gün dostları Bayezid-i Bistâmi’ye keramet sâhibi bütük bir zattan överek bahsetmişlerdi. Bunun üzerine: ” Mâdem öyle, bu senâ ettiğiniz zâtın ziyaretine gitmek vacip oldu.” buyurarak onlarla birlikte methedilen zatı ziyaret etmek için yola çıktılar. Oraya vardıklarında, o zât da mescide gidiyordu. O zât giderken kıbleye karşı tükürdü. Bayezid-i Bistâmi bunu görünce ziyaretten vazgeçip derhal geri döndü. Bu kadar yol geldikten sonra ziyaret etmeden dönmesinin sebebini sorduklarında, “Böylesine medh ü sena ettiğiniz bu zat, kıbleye karşı tükürmekle edebe mugayir, sünnete muhalif hareket etmiş oldu. İslâm’ın edeplerine ve sünnetin ifasına riayet etmeyen bir kimseye ne keramet, ne de velilik isnat edilir!” dedi.

Onun şöyle dediği de rivayet edilir ” Adam seccadesini suya serse, havada bağdaş kurup otursa bile, Allah’ın emir ve nehiylerine uyup uymadığına bakmadan bunlara aldanmayınız.”

4. Kişi kendisinin veli olduğunu bilir mi?

Velinin kendisini bilip bilemeyeceği tartışılmıştır. Şu tarif bu konuda en güzel tariftir.

Bazı veliler vardır ki, onların veli olduğunu hem halk, hem de kendileri bilir. Bazıları da vardır ki, onlar kendilerinin veli olduğunu bilirler, fakat halk bilmez. Bazen de halk veli şahsı bilir, fakat kendisi veli olduğunu bilmez. Bazı veliler de vardır ki, onlar kendilerinin veli olduğunu bilmedikleri gibi, halk da bilmez.

5. Tarikata girmeyen veli olamaz mı?

Bazı mutaassıp tarikat müntesipleri bir tarikata girmeyenin veli olamayacağını iddia etmişlerse de bu doğru değildir. Çünkü İslamiyet’te şer’i deliller Kur’an, sünnet, icmâ, kıyas olmak üzere dörttür. Bu dört aslın  hiç birinde böyle bir iddiaya delil olabilecek bir şey yoktur. Hatta büyük veliler “Allah’a giden yollar mahlûkatın nefesleri adedincedir” diyererek meşhur tarikatların haricinde de Allah’a giden yolların olduğuna işaret etmişlerdir.

6. Veli ve Keramet

Olağanüstü hârika olaylar peygamberlik dâvâ eden peygamberden zuhur ederse, ona mûcize denilir. Eğer peygamberden değil de sâlih, mü’min bir zattan sudur ederse, ona da keramet denilir.

Kur’an ve sünnette keramete dair pek çok delil vardır. Örneğin, Ashab-ı Kehf’in 309 sene uyuması (Kehf, 9, 26), Süleyman (as) ın veziri Asaf’ın, Belkıs’ın tahtını bir anda Yemen’den Şam’a getirmesi (Neml, 40), Hz.Meryem’e yazın kış meyvesi kışın yaz meyvesi gönderilmesi (Al-i imran, 37) bunlardan bazılarıdır.

Sahâbelerden de kerametkârane pek çok hâl nakledilmiştir. Muhammed Yusuf Kandehlevi “Hayatü’s- Sahâbe” adlı kitabının son cildinde bunları tafsilatlı anlatır. (Bkz: Hayatü’s Sahabe, Divan y, c, 4, s. 235-358)

Keramet, sâlih bir zatın veli olduğunu gösterir. Fakat velinin keramet göstermesi şart değildir. Hatta kerameti görülmemiş olan bir velinin, kerameti açık olan veliden üstün olması bile mümkündür. En büyük keramet istikamettir, denilmiştir.

İmam Rabbani şöyle der: Hârikaların ve kerametlerin zuhuru velâyet şartından sayılmaz. Zira velâyet Yüce Sultan Allah’a yakınlıktan ibarettir; mâsivayı unuttuktan sonra evliyasına onu ikram eder. Bir şahıs vardır ki, kendisine bu yakınlık ihsan edilir, ama gaybi işlere ve hâdiselere ittılâ verilmez. İkinci bir şahıs da vardır ki; bu yakınlık kendisine verilir; gaybi işlere olan hâdiselere ittıla da verilir.

Bu iki şahıs Allah’ın veli kullarından ve yakınlık devleti ile müşerref olanlardır .Gaybların keşfi bunların velâyetinden bir şey arttırmadığı gibi, gaybları keşfetmemek dahi onların velâyetlerinden bir şeyi noksanlaştırmaz. Çoğu zaman gaybi işlere muttali olmayan muttali olandan daha faziletlidir. Hatta kıdem yönünden ondan daha ileridedir. (Mektubat, Çile y, 1978, c. 2, s.1225)

7. Veliler mâsum mudur?

Peygamberler mâsum yani günahsızdırlar. Allah onları günah işlemekten korur. Veliler için, “mâsum değil mahfuzdur” denilmiştir.

Yani Allah onları günah işlemekten muhafaza eder. Bununla beraber onların da günah işleyebilecekleri, bunun mümkün olduğu söylenmiştir.

Beyazıd-ı Bestami’ye “Mürşid olan şeyh zinaya giriftar olur mu? diye sorduklarında “Evet, olur” demiştir.

Bazı âlimler Peygamberimiz döneminde bazı sahâbelerin hatalarını buna delil olarak göstermişlerdir. Hiç bir veli sahabe derecesine çıkamaz. Onlar Velâyet-i Kübra makamındadırlar. Bununla beraber onların içinden hırsızlık yaptığı için eli kesilen, zina ettiği için recmedilen kimseler olmuştur. (Bkz; Muhammed Halid Ziyaeddin, Risâle-i Hâlidiye, s.26)

Velâyet-i Kübra makamındaki sahâbelerden bu ve benzeri hatalar sudur ederse, diğer velilerden de hatalar sudur edebilir. Fakat onlar bu tür günahlarda ısrar etmez, hatalarını anlayıp tevbe ve istiğfarla Allah’a yönelirler. Hatasında ısrar eden zâten veli olamaz.

8. Veliler her şeyi bilir mi?

Veliler, Allah’ın kendilerine bildirdiği şeyi bilir, bildirmediği şeyi bilmezler.

Veliler Allah’ın ilhamına mazhar olarak, bazı gizli şeylerden haberdar olabilirler. Peygamberimiz (asm) “Sizden önceki ümmetlerde kendilerine ( Allah tarafından) söz söylenen (ilham edilen) kimseler vardı. Eğer ümmetimden de biri varsa o mutlaka Ömer’dir“.  (Müslim, c.2, s.1864, Hn. 239,  Buhari, c.4, s.149, Tirmizi, c. 5, s.622 Hn, 3693, Çağrı yayınları).  Buhari’nin başka bir rivayetinde de “Sizden önce İsrailoğulları içinde bazı kimseler vardı ki, peygamber olmadıkları halde kendilerine (Allah tarafından) söz söylenir, konuşulurdu.” buyurulmuştur.

Veliler, Allah’ın ilhamına mazhar olurlar, fakat bu onları her şeyi bildiği mânâsına gelmez. Veliler, -hatta peygamberler bile- bir şeyi Allah bildirirse bilirler, bildirmezse bilmezler.

Tebük Seferi esnasında bir ara Peygamber Efendimizin devesi Kasva kayboldu. Sahâbiler onu bir süre aradılarsa da bulamadılar.

Münafıklardan biri “Şaşılacak şey!

Muhammed peygamber olduğunu söylüyor, gökten haber veriyor, fakat devesinin nerede olduğunu bilmiyor!” diye söylendi.

Münafığın bu sözü, Allah tarafından Peygamberimize ulaştırılınca, “Vallahi, ben ancak Allah’ın bana bildirdiğini bilirim, ondan başkasını asla bilemem!” buyurdu ve ilave etti:

Şimdi Allah bana bildirdi ki Kasva, filan ve filan dağların arasındaki vâdidedir; yuları bir ağaca takılmış olarak duruyor. Hemen gidiniz onu bana getiriniz.

Sahâbiler, Peygamberimizin tarif ettiği yere gittiklerinde, deveyi aynen yuları bir ağaca dolanmış halde buldular ve alıp getirdiler. (Salih Suruç, Peygamberimizin Hayatı, Nesil y. 2009, c.2, s.610)

Bu rivayet peygamberlerin ve velilerin gaybı Allah bildirirse bileceği, bildirmezse bilemeyeceğinin delilidir.

Bu konuyla ilgili Yorum Yapın

Mailiniz yayınlanmayacak



Başa Dön
ergene haber ogretmenler.org felsefe çorlu haber