Cenâb-ı Hak, insanlığın babası Hz.Âdem’i yaratmışti. Başını kaldırıp bakan Âdem (as), Arş-ı Âlâ’da muazzam bir nur ile bir isim yazılı gördü “Ahmed” Merak edip sordu: “Yâ Rabbi, bu nur nedir?” Allahu Teâlâ buyurdu “Bu senin zürriyetinden bir peygamberin nûrudur ki onun ismi göklerde Ahmed ve yerlerde Muhammed’dir. Eğer o olmasaydı, seni yaratmazdım!” (Kastalani, Mevabibü’l-Ledünniye, 1/6)
Evet, görülen bu Nur yeryüzüne çok uzun yıllar sonra teşrif edecekti. Ama ismi göklerde Ahmed olarak o zaman yazılmıştı. Bediüzzaman Hazretleri, Mesnevi-i Nûriye adlı eserinde Efendimiz (asm)’ın nurunu gayet veciz olarak şu şekilde ifade ediyor “Şu gördüğün büyük âleme büyük bir kitab nazarıyla bakılırsa, Nûr-u Muhammedi (asm) o kitabın katibinin kaleminin mürekkebidir.” Evet, bir kâtibin bilgisi bir kitap yazmaya yetecek seviyede olabilir. O kâtibin elinde kalemde olabilir, kağıt da olabilir, ama o kalemde mürekkep yoksa o kâtip düşüncelerini ve bilgilerini asla kağıda dökemeyecektir. Aynen bu misal gibi Efendimiz (asm)’ın nuru olmasaydı (teşbihte hata olmasın) Cenâb-ı Hak âlemleri ve bizleri yaratmayacaktı. Yaratsaydı bile âlemler boş birer sayfadan ibaret olacak idi.
Bediüzzaman Hazretleri devamında “Eğer o âlem-i kebir, bir şecere (ağaç) tahayyül edilirse, Nur-u Muhammedi hem çekirdeği, hem semeresi (meyvesi) olur.” Evet, bir ağaç eğer vücut bulmuşsa bu o ağacın çekirdeği sayesindedir. Ve o ağacın en güzel neticesi de meyvesidir. Aynen bunun gibi bu kâinatın da vücuda gelmesindeki en büyük sebep Efendimiz (asm) nurudur ve yine o nur O’nun en güzel neticesidir.
Devamında “Eğer dünya mücessem bir zihayat farz edilirse, o nur onun ruhu olur.” Evet, hayat sahiplerinin hayatının kıymeti ruhuyla oluyor. Ruhu olmayan bir zihayat, artık hayat sahibi olmaktan çıkıp ölü suretini alıyor. Eğer Nur-u Muhammedi olmasaydı dünya da ruhu çıkmış bir canlı gibi ölü bir cenaze suretinde olacaktı.
Yine Bediüzzaman devamında “Eğer büyük bir insan tasavvur edilirse, o nur onun aklı olur.” İnsanı insan yapan en büyük özellik akıl olduğu gibi bu kainatı da anlamlı en önemli varlık Efendimiz (asm)’ın nurudur.
Bir gün ashabtan Abdullah bin Cabir (ra), “Ya Resulallah,” dedi. “Bana, Allah’ın herşeyden evvel yarattığı şey nedir, söyler misin?” şu cevabı verdiler “Herşeyden evvel senin Peygamberinin nurunu, kendi nurundan yarattı. Nur, Allah’ın kudreti ile dilediği gibi gezerdi. O zaman ne Levh-i Mahfuz, ne kalem, ne Cennet, ne Cehennem, ne melek, ne sema, ne arz, ne güneş, ne ay, ne insan ve ne de cin vardı.”
Bediüzzaman Hazretleri, kainatın işte bu nurdan yaratıldığını açıklarken şu ifadeleri kullanır “Bir nevi alem gibi olan muazzam çam ağacını, buğday tanesi kadar bir çekirdekten halkeden Kadîr-i Zülcelâl, şu kainatı “Nur-u Muhammedi” den (Aleyhissalâtu Vesselâm) nasıl halketmesin veya edemesin?
Peki, O (asm) dünyayı teşrif buyurdukları sırada nuruyla neler meydana getirdi, ne değişikliklere imza attı? Şüphesiz bu sorumuzun cevabını vermek istesek yüzlerce ciltlik ansiklopediler yetmeyecektir. Yalnız birkaç kısa izahat yapmak gerekirse Bediüzzaman Hazretleri’nin Ondokuzuncu Söz’ün yedinci reşhasında bahsettiği kadarı bize yetecektir. “İşte bak: Şu cezire-i vâsiada (geniş yarımada) vahşi ve âdetlerine mutaasıb ve inadçı muhtelif akvamı (çeşitli kavimleri), ne çabuk âdât ve ahlâk-ı seyyie-i vahşiyânelerini (vahşi kötü adetlerini) def’aten (aniden) kal u ref ederek (söküp değiştirerek) bütün ahlâk-ı hasene (güzel ahlak) ile techiz edip bütün aleme muallim ve medeni ümeme (milletlere) üstad eyledi. Bak: Değil zâhiri bir tasallut (sataşma), belki akılları, ruhları, kalbleri, nefisleri fetih ve tesir ediyor (boyun eğdiriyor). Mahbub-u kulûb (kalblerin sevgilisi), muallim-i ukûl (akılların muallimi), mürebbi-i nüfus (nefislerin terbiyecisi), sultan-ı ervah (ruhların sultanı) oldu.”
Sadece Efendimiz değil, O’nun nuruna bulaşan sahabeler de bu vazifeyi gayet yerinde ve sadakatle yerine getirmişlerdir. Bediüzzaman Hazretleri Şualar adlı eserinde sahabeleri şu şekilde tanımlar “Enbiyadan sonra en muhterem ve yüksek ve taife ve ümmi ve bedevi oldukları halde az bir zamanda Nur-u Muhammedi(asm) ile şarktan garba kadar âdilane idâre edip cihangir devletleri mağlup ederek müterakki, fenli, medeni, siyasi milletlere üstad, muallim, diplomat, hâkim-i âdil olarak o asrı bir asr-ı saadet hükmüne getiren sahabeler;…”
İşte Nur-u Muhammedi (asm) Adem (as)’dan önce yaratıldı ve kâinatın yaratılmasına vesile oldu. Sonra bizzat kâinatı şereflendirdi ve o nur bizzat Efendimizde vücut buldu ve kâinatı aydınlattı.Şimdi yine o nur kâinatın hayatta ve aktif olmasını netice veriyor.
Ey Rabbimiz! Eli kalem tutanlar, Sana secde edenler ve Senin yolunda hizmet eden kişiler daim oldukça o “Nur”dan kâinatı mahrum bırakma.Amin.