Allah, kâinat ve zemini çeşitli safhalardan geçirdikten sonra nefis taşıyan bir kul yaratmak istedi. Kâinat muhteşem bir sergi ve seyrangâhtı. Onda, cennetin lezzet ve manzaralarının küçük mikyaslarını derc etmişti. Dünya denilen bu zemin hazır bir hale geldikten sonra, şerefli misafirini beklemeye başladı. Fakat Allah murad etti ki, o misafir ebedi memleketini bilsin, tanısın -ta ki hep iştiyak ve özlem duysun- diye onu evvela cennette yarattı. Ona “Âdem” adını verdi.
Âdem öyle şerefliydi ki, Allah onun ismini, kendi celâli, cemali ve kemali bütün isimlerini içeren “Allah” isminin baş harfini vermişti.
Âdem, Lafza-i Celâl gibi elif ile başlamaktaydı. Adeta Allah, o benim halifemdir diyordu bütün mahlûkata. Bu cihetle ulaşılmazdı, eşi ve benzeri yoktu.
Âdem, Âdem olabilmek için elif gibi dik olmalıydı. Elif ayaklarını mahviyet ve yokluk kaynağı olan toprağa basmıştı. Esasen o toprak hem onun başlangıcı, hem de sonunun istirahatgâhı olacaktı. Toprak ona “Ey Âdem! Ne olursan ol, unutma aslını; sen ayaklar altında ezilen bir mayadan geliyorsun. Zelil idin de, Rabbim seni kerim kıldı, seni şerefli eyledi. Kendin ile övünme, gururlanma. Vasıl olduğun her nimet Yaratan’ındandır. Ve unutma dönüşün yine banadır!” diye nasihat verirdi.
Âdem dikkat etmez, ayaklarını yerden keser, hevasına binerse eğer; dalından kopmuş, rüzgârlara oyuncak olan yapraklar gibi, son menzili olan kabre kadar savrulur durur. Heva bineği öyle bir binektir ki, başlangıçta yavaş hareket etse de, sürati her daim artmaktadır. Bu sebeple hevasına tâbi olanlar, bir zaman sonra ondan in(e)mez, kalbi ve vicdanı istemese de her götürdüğü yere sürüklenmek zorunda kalır.
Âdem’in elifi ayaklarını kendi aslî vazifesinde, yani kullukta sebat ettirirse, Allah başını tâ arşa uzatır. Kâh İmam-ı Azam olur, rüyada defaatle görüşür; kâh Musa (as) olur Tur Dağı’nda tekellüm eder. Kâh Hz.Muhammed (asm) olur Kab-ı Kavseyn makamında ru’yetine mazhar olur.
Âdem kul olmazsa eğer, “ben, ben” derse, imtihan dünyasında Arş’a yükselmeye namzet başını, yerlere vurur, istikametini kaybeder. Basamak hükmündeki taşlara takılır, düşer. Esasen o taşlar hayır iken, bozuk itikadı sebebiyle şer haline gelir. O taşlar ki; bazen en mübarek ayağın altında Hazer-i Muallâk olmuş. Bazen Asa-yı Musa’nın darbesiyle 12 çeşme haline gelmiş. Bazen “La ilahe illallah” diye zikir etmiş. Bazen put olup sahibini cehenneme götürmüş. Bazen de pişmiş toprak olup, Ebrehe ve ordusunu helak etmiş. Ve Âdem’e en büyük hayat dersini: “Ey Âdemoğlu! Bir şey şer ve hayır olmaz, eğer sen ihtiyar etmezsen, istikbalin ihtiyarının elindedir, fayda vermeyen günde suçlama kendinden gayrisini, nafiledir bilesin.” diye can kulağına fısıldar.
Âdem kullukta dosdoğru olmalıydı. Yalpalamamalıydı. Şartlara, zamanlara, insanlara, menfaatlere göre eğilip bükülmemeliydi.
Âdem, zemindekilere karşı “elif vaziyetini” muhafaza ederken, Rabbine karşı ikinci harfi olan “dal” gibi iki büklüm olmalıydı, çünkü O’nun dergâhına boyun eğenler yükselirdi.
Âdem belini gençliğinden itibaren bükmeli, tâ ki kırılmasın. Unutmamalı ki; fidan kolaylıkla eğilirken, ağacı eğmek onu kırar, ateşte yanacak odundan başka olmaz artık ondan.
Âdem’in belini ihtiyarlık, hastalık, musibetler bükmemeli, belki ibadetler, rükûlar, secdeler bükmeliydi. Eğer secdeleri ziyadeleşirse, Âla-yı İlliyyin’e çıkacak, aziz misafir olacaktı. Yoksa beli kırılmış bir vaziyette Esfel-i Sâfilin’e düşen zelil misafir derekesine düşecekti.
Âdem, belini bükecekti, ama “Ben ilk insanım. Kim gibi olmalıyım, kime benzemeliyim?” derse, ismi ona cevaben “Ey Âdem! Son harfine bak, senin mim‘in Muhammed Mustafa’ya işaret eder. O’nun gibi olmalısın. O’nun yüzü suyu hürmetine Rabbin seni ve kâinatı yarattı. Gün gelip de hata işlediğinde, tövben O’nun hürmetine kabul edilecek. İlahi eşiğe O’nun ismiyle yeniden bende olacaksın. Ne mutlu sana ki, senin evladındandır, sen ise O’nun nurundansın.”
Ey Âdemoğlu! Şereflisin, çünkü Allah’tansın. Şerefini korumak için “elif” gibi ol. Rabbin katında şerefli olmak için de “dal” gibi iki büklüm ol. İki büklüm olurken de Muhammed (asm)’a bak da bükül.
Âdem’in sırrına vâkıf olma duasıyla Rabbimize emanet olun.
o neydi ya? adı tanıdık geldi. adem’in elmaları?
Selamün aleyküm yayınlarsanız da problem yok denize dip atladım boynumu kırıyordum son anda ALLAH ım tarafından korundum kafamı cevirdim alnım dibe vurdu hiç cnm acımadı beni görenler hastaneye götürmek istededi yok dedim sabah kalktım alnımda kabuk bağlamış 2yada3gün sonra alnımda ki kabuklar döküldü arapca yazı yazıyordu şaşırdım elif mim ra yada elif mim dal yazısının olduğunu gördüm biraz daha zaman gecti mim kayboldu sadece elif ile dal harfi kaldı alnımda şuan hala var nedir hikmeti diye araştırma yaptım güzel bir bilgi alamadım resim atabilirim tşk ederim tlf numaram email cok kullanmıyorum0 5528209638