Mehtap Kayaoğlu ile Söyleşi…
Marka takıntısı hastalık mıdır?
Marka kelimesini “takıntı” ifadesiyle tanımlamaya başlamışsak, evet bahsettiğiniz durum bir hastalıktır diyebiliriz.
Daha çok hangi yaş gruplarında görünüyor?
Geçmiş yıllarda ergenlik döneminin, kimlik oluşturması kendilik değerlerini kazanma çabası olarak tarif ederdik marka takıntısını. Kendisini belirli bir sınıfın içine sokmaya çalışan, arkadaşları arasında imaj oluşturma gayreti olan gençlerde görülmesinin normal olabileceğini düşündük. Oysa şimdilerde maalesef yetişkinlerinde marka takıntısı yaşamaya başlaması nedeniyle yani anne babaların kendi marka takıntılarını çocukların üzerinde tatmin etmeye çalışmaları neticesinde anaokulu çocuklarına kadar indi.
Ben genel olarak diğer takıntılarda olduğu gibi, marka takıntısınında bir güven sorunu olduğunu düşünüyorum. Kendine güveni yeterince gelişmemiş, kendilik süreçlerini yeterince oturtmamış, kendisine yabancı dünyasına yabancı insanların, bocalamalar ve kendi iç gerçeğinden kaçmalar için oluşturduğu adacığıdır marka takıntısı.
Anne babanın bu konuda bir rolü var mı?
Elbette… Balık baştan kokar demişler. Ergenlik döneminde anne babaların rolünü ikincil destek olarak görsek de, anasınıfı grubunda anne-babanın rolünün oldukça etkili olduğunu söylemek mümkün. Çocuk henüz küçükken marka bilmez, ürün bilmez, kalite bilmez. sadece yeni bir şeyler giydiğinde sevinir o kadar. Hoşuna giden ürünlerin hangi marka olduğu, kaç lira ödendiğini bilmez. Pazardanda alsanız onun için fark etmez. Oysa özellikle annenin marka takıntılı tarzı varsa, zaman içinde çocuğunuda etkilemeye başlar. Örneğin çocuğun beğendiği bir bluzu almayı reddederken: “O iyi değil, ben sana falanca markadan alacağım yavrum, bırak elinden o pis şeyi…” şeklinde cümleler kurarsa, bir süre sonra çocuğun zihninde iyi marka kötü marka kutuplaşması başlar. Yine neyin daha iyi olduğunu bilemeyeceği için, anne babasının alışveriş yaptığı firmaları iyi, alışveriş yapmadıkların kötü olarak değerlendirir. Derken zaman içinde marka takıntısı başlar. Farklı bir markadan alışveriş yaptığınızda, ona tanımadığı bir firmanın ürününü aldığınız için bozulur, ağlar, kızar, sinirlenir.
Çocuklar üzerinde konuşurken aklıma geldi hemen, başka bir etken de çizgi film kahramanları elbet. Bazı firmalar sevilen çizgi filmlerin telifini alarak çeşitli malzemeler üretiyor. Şirin babalı bluzlar, çantalar,yorganlar,battaniyeler, kalem kutuları gibi vs gibi. Oralardan başlayan masum alış verişler, önü alınmazsa, zamanla marka takıntısına dönüşmeye başlıyor.
Marka Takıntısını tetikleyen en önemli faktörler nelerdir?
Çocuktan yetişkine doğru sıraya gidicek olursak; aile birinci sırada. Sonra yakın çevre yeni arkadaşlar ve yetişkinler de iş hayatı ve arkadaş çevresi diyebiliriz. Siz çevrenizde görmediniz mi “Giysim benim kartvizitim. İş görüşmelerine giderken pahalı firmalardan giyinirim. İmajıma dikkat ederim.” diyen iş adamları. Ben çok gördüm. Kim ne derse desin bizler “Ye kürküm ye” milletiyiz maalesef. Uzaktan bakınca eleştirdiğimiz pek çok davranışı kendimizde yapıyoruz. Birinde olmasa birinde yenik düşünüyoruz bu marka seçimine, bunların dışında günümüzde reklamlar ve dizi filmlerinde marka takıntısını tetiklediğini düşünüyorum. Dizi kahramanlarının giydiği elbiseden giymek isteme, onun kılığında otelde tatil yapma, kullandığı arabaya talip olma… vs gibi. İşte burada ki temel mesele, zaman zaman ihtiyaçlar doğultusunda marka terciğinizin olmasının normal olduğunu bilmek; fakat bu takıntıyı ger alana yayıyorsak ve kafamızdaki markaların dışına çıkmıyorsak sıkıntı olduğunu unutmamak. Ben genel olarak diğer takıntılarında olduğu gibi, marka takıntısınında bir güven sorunu olduğunu düşünüyorum. Kendine güveni yeterince gelmemiş, kendilik süreçlerini yeterince oturtmamış, kendisine yabancı dünyasına yabancı insanların, bocalamalar ve kendi iç gerçeğinden kaçmalar için oluşturduğu adacığıdır marka takıntısı.
Bu tanım hoş oldu Mehtap hanım
Evet, cümleyi kurduktan sonra bende fark ettim hoş bir tanım olduğunu. Aslına bakarsanız aileler endişelenmemeli ve marka takıntısının şekilcilikten öte bir anlam taşımadığını düşünmeli. Mümkünse bu bilgiyi çocuklarını tatlı tatlı anlatmalı. “Hımm evet bu ayakabı sana yakıştı… Olmazsa bir sonrakinde farklı bir şey alırsın. Değişik modeller denemiş olursun… “ gibi. Ve en önemlisi kendi davranışlarıyla çocuklarına örnek olmaları.
Beynin en önemli işlevi, kaliteyi özümsemesidir. Kaliteyi süzer ve içine sindirir. Kendimizi geliştirirsek, yaşam kalitemizi ve kültürel olarak yükseltirsek, marka takıntısı türünden sorunlar yaşamayız.
Dinin bu konuda terbiye edici rolü mutlaka var. Fakat günümüzde muhafazakar kesimde de bu konuda çok ciddi çözülme başladı. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Muhafazakar anne baba kendisi raydan çıktı zaten, çocukları ne yapsın! adı muhafazakar olan insanımız bu konuda kendisini muhafaza edemedi maalesef. Özel okullar, sıradan günlük kıyafetlere verilen kucak dolusu paralar, yemek yiyecekleri mekan seçimlerinde en pahalı ve şık ortamların seçilmesi, tatil yapılacak mekanların beş yıldızdan yedi yıldızlara çıkarılması vs. Zaten şaşırtıcı olanı bu! Ailenin kendi yaşam stilinde ciddi marka takıntısı varken çocuğunun takıldığı durumları sorun olarak yaşaması ilginç. Yine her şey dönüp dolaşıp iç doyuma, sevginin paylaşımına, aile içi iletişimin kalitesine dayanıyor. Söylediğim gibi markayı kalitesinden dolayı tarcih etmek ve uygun ücretler ödemek akıllı bir alışverişken; sırf falanca markanın ismi var diye çok da kaliteli olmayan ürünlere kucak dolusu para harcamak ve bunu sürekli yapıp tüm hayatı bunun üzerine oturtmak yanlıştır.
Söylediğinizden anladığım kadarıyla toplumda kendini değerli hissetmek isteyenlerin de başvurduğu bir yöntem marka tutkusu. Peki, sosyal hayatta bu boşluk ne ile doldurulabilir?
Sosyal yaşam becerilerinin desteklenmesiyle, sanatla, edebiyatla, manevi hayatın güçlendirilmesiyle, dünyayı tanımakla doldurulur. Oturup belgesel izlemek bile işe yarayabilir. Dünyanın çeşitli yerlerinde, değişik kabileler halinde yaşayan insanın stiline bakıp, dönüm kendisinin nelerle uğraştığını gören insan, isterse de istemese de zamanla toparlanır. Beynin en önemli işlevi, kaliteyi özümsemedir. Kaliteyi özümsemesidir. Kaliteyi süzer ve içine sindirir. Kendimizi geliştirsek, yaşam kalitemizi sosyal ve kültürel olarak sükseltirsek, marka konusunda türünden sorunlar yaşamayız. Haa evet iyi markalar ama indirimli satışlarında, pazar malı fiyatına sattıkları ürünlerden alırız. Arada sırada pahalı ürünler de alırız ama dediğim gibi ara sıra.
Sosyoekonomik yaşantısı itibariyle mecburen marka takıntısı olduğunu belirten kişiler olabiliyor. Mesela eşarbın arkasındaki etiket a ya da b markası değilse o eşarbı takmak kişiyi kendince küçültüyor ve bazı ortamlara girme konusunda geri adım atmasına bile sebep olabiliyor. Bu durum kişiliğin tam oturmamasıyla mı orantılı?
Bu durum maalesef tamamen aşağılık kompleksi. kimse kusura bakmasın. anadolu tabiriyle ben insanların giysileriyle ağırlandıklarını evet, ama sohbetleriyle de uğurlandıklarını düşünüyorum. Sohbetinizla uğurlanma şeklinizse, bir sonraki ağırlanma biçiminizi belirliyor. korkmaya gerek yok yani.
Marka takıntısı ve gösterişin ilkokul çağlarına indiği konuşuluyor. Çocuklardaki bu durum neden kaynaklanıyor?
Söylediğim gibi, çocuk anne babasının gözünden görür. Anneler gezmeye gittiklerinde, oyun parkına çıktıklarında etraftaki çocukların hangi marka ayakkabı giydiğine, tişörtlerinin markasına bakıp yarış psikolojisine giriyor. Hatta bu işlerle çok uğraşmayan annelerin bile, etrafın tetiklemesiyle mecburen bu durumlara teslim olduğunu ve çocuklarına markalı markalı ürünler giydirdiklerini biliyoruz.
Takıntının kadın ve erkeklerde görülme sıklıklarında farklılıklar varmı?
Önceden kadınlarda daha fazla olduğunu düşünürdüm ama günümüzde erkeklerde artışlar oldu. Arabalarından giyim kuşamlarına her şeyleri marka. Kadınlardan çok abarttılar durumu anlayacağınız.
Depresyon gibi hastalıklarla ilişkisi var mı?
Doğrudan depresyon gibi bir hastalıkla bağlantısı olduğu söylenemez. Ama depresif kişilik yapısı olan insanların alışveriş yaparken mutlu olduklarını görüyoruz. Veya eşine kızgın olan bir bayanın, kredi kartındaki limiti zorlarcasına alışveriş yaparak kocasından intikam alması gibi yöntemler var. Normal ve sağlıklı insanların takıntılı halleri olmaz. makul alışverişleri olur o kadar.
Marka bir gücün temsili aynı zamanda. Psikoloji insanın kendisini güçlü hissetme gereksinimi konusunda bizlere ne söylüyor?
Psikolojik açıdan bakarsanız, içinizdeki sesle dışınızdaki görüntünün birbirini yakalaması sağlıklı yapılanmadadır. Yani içinizde ses ben güçlüyüm diyor ama dışarıdaki davranışı kompleks dolu. Yeni aşağılık kompleksinin her zerresini hissettiren tavır ve davranışları içinde. Bu kişinin marka sıkıntısı çekmesi, belkide içinde bulunduğu olumsuz ruh halinin en masum yanıdır. İç dünyasında işi daha zordur anlayacağınız.
Markayı bir kalite güvencesi anlamında da savunan var. Bu durum ne zaman hastalıktan ayrılıyor?
“Marka=kalite güvencesi” formülü son derece yanlış. Çünkü marka olmadığı halde çok kaliteli ürünler var. Aslında bakarsanız günümüzde markalaşmayı ürünü belirlemiyor; ürüne yapılan reklam gideri belirliyor. Zamanında ucuz marketlerde görüp almaya tenezzül etmediğimiz deterjanları hatırlıyor musunuz? Firma yetkilileri kesenin ağzını açıp tv reklamlarına trilyonlar yatırdılar ve marka insanlar tarafından tanındı. Şimdilerde en üst raflarda, ciddi anlamda yüksek rakamlarla satıyor ve ben şahsen o markayı tercih etmiyorum. Şimdi burada o ürünü marka haline getiren kalitesimidir mi diyeceğiz; yoksa ürüne yatırılan para çok işe yaradı, insanlar bu ürünü tanıyorlarmı diyeceğiz. Kendi tecrübemden bahsedeyim hatta. Birkaç ay önce çok hoşuma gittiği için bir saat aldım, şu an kolumda görüyorsunuz, oldukça şık bir saati tabii ki marka. İlk aldığımda bir ay sonra renk attı, soyuldu. İade ettim firmaya ve fabrikadan yenisi geldi. Dün farkettim ki yine renk atıyor ve soyulmaya başladı. Bundan bir önce aldığım ve herkesin tanıdığı ama daha uygun fiyatı olan saatimi tam 5 yıl kullanmıştım. Daha az ünlü ve daha uygun üründen zerre şikayetim olmamışken, bu daha ünlü ve daha pahalı marka saat beni sinir ediyor. yarın yine satış noktasına gidip iade yapacağım mecburen. Demek ki marka demek ürün kalitesi demek değil. Kendimizi kandırmayalım.
Marka takıntısı olanlara ve bunun bir sorun olduğunu kabul edenlere neler tavsiye dersin?
En pratik yöntem arada sırada herkesin alışveriş yaptığı yerlerden birşeyler alsınlar. Sıradan ürünleriyle önemli ortanlara girsinler. Korktukları kadar kötü olmadığını görecekler. Bazı durumlar için, bazı gerekçelerle markalı ürünler kullanabiliriz, bu normaldir. Ama dikkat edelim, aklı başında gibi görülen tercihlerimizi raydan çıkarıp tutkuya dönüştürmeyelim. Kendi başlarının üstünden gelemiyorlarsa da mutlaka uzman yardımına başvursunlar…
Mehtap Hanım, bu işin ehli kişilerdendir. Keyifle okudum söyleşinizi, teşekkürler.