Küçücük sineğe mağlup olan Nemrut’a karşı mücadele veren… Dağlar gibi alevleri yükselen ateşe atıldığı esnada dostundan başkasından medet ummayan… “Dostum beni bilmiyor mu?” diyerek Halilullah olduğunu ispat eden…
Neticede İlahi emri alan ateşin onu yakmaması ile insanın tefekkür âlemine ibret tablosu olan…
Hz.İsmail gibi olabilmek…
Babasının kendisini kurban etme teklifine karşı gösterdiği sabır ve teslimiyetle âli makamlara erişen…
Babası O’na Allah’ın buyruğu olduğunu söylediğinde tereddüt etmeden “Babacığım emrolunduğunu yap. inşaallah beni sabredenlerden bulacaksın… “ diyerek samimiyetini gösteren… Hz. İbrahim bıçağı sürse de küçük İsmail’e; ilahi nidayla vazifelenen bıçağın kesmemesi…
İşte Hak yolunda boyun eğen baba-oğlun Hak katındaki makbuliyeti…
Kâinatın efendisi Habibullah gibi olabilmek…
Üstün ahlakını anlatmada kelimelerin kifayetsiz kaldığı…
“Biz onu âlemlere rahmet olarak gönderdik “ayetinin ifadesiyle şefkat ve merhametiyle kıyamete kadar bizlere model olan…
Ayakları şişinceye kadar ibadetle iştigal olan…
Hz. Aişe’nin “ Ya Rasulallah Allah geçmiş ve gelecek günahlarınızı bağışladığı halde neden böyle kendinizi yoruyorsunuz “dediğinde ‘Ya Aişe “Allaha şükreden bir kul olmayayım mı?“buyurarak kullukta en ulvi mertebelere yükselen…
Taiflilerin taşlamasına karşı beddua etmeyerek ‘’ Belki onların neslinden iman edecekler çıkar’’ ümidi içinde hüzünle her şeyin Sahibine niyaz eden… Tebliğden asla vazgeçmeyen…
Miraçta cehennemi müşahedesinde ümmetinin haline dayanamayıp gözyaşı döken…
Dehşetli mahşer gününde herkesin, hatta enbiyaların dahi “nefsi nefsi “ dedikleri zaman “Ümmeti Ümmeti “diyerek ümmetine nihayetsiz şefkat göstererek şefaat talep eden… Şefaati makbul olan…
Hayatı boyunca her haliyle bizlere örnek abidesi olan…
İşte iki cihanda da adı ÖVÜLMÜŞ OLAN…
Hz.Ebubekir gibi olabilmek…
Efendimizden hiç ayrılmayarak, O’nu daim doğrulayarak Sıddık-ı Ekber unvanı ile kıyamete kadar gönüllerde yer eden…
Kemal-i şefkatinin tezahürü olan sözleri geliyor aklımıza “ Cehennemde vücudum öyle büyüsün öyle büyüsün ki ehli imana yer kalmasın “
Bu nasıl bir imandı Ondaki…
‘’Ebu bekirin imanı bir kefeye konulsa ve ümmetin imanı diğer kefeye konulsa Ebu Bekir’in imanı ağır gelir’’ ifade buyuran Resul-ü Ekremden öğreniyoruz kalbindeki iman kuvvetini…
Tebük gazasında, Resûlullah, yardım yapılmasını emir buyurduğunda herkes malının bir kısmını getirse de o bütün malını getirmiş, Efendimiz’in ’’Ya Ebu Bekir evine ne bıraktın ‘’diye sormasına mukabil ‘’ malımın tamamını getirdim onlara ALLAH VE RASULÜNÜ bıraktım… ‘’ demesiyle gösterdi bize hayırda yarışmanın en güzel örneğini…
Hz.Bilal gibi olabilmek…
‘’Siyah köle’’ diye herkes tarafından hakir görülen…
Sahibi tarafından türlü türlü işkencelere maruz kalıp, ,kızgın çöllerde üzerine taşlar bırakılan… Kâinata meydan okurcasına EHAD EHAD sesleriyle imanı haykıran… Allahın arşı çınlatan ilahi davetini bugünlere dahası kıyamete dek duyuracak olan…
Habib-i Ekrem’in ahirete irtihaline dayanamayak Medine’yi terk ederek hasret ateşiyle yanıp tutuşan Habeşli Bilal…
Ebu Yusuf gibi olabilmek…
İlme verdiği kıymet geliyor hatırımıza…
O’ndaki nasıl ilim aşkıydı ki, babasının cenazesine katılamayacak kadar…
Sebebi Hocasının bir dersini dahi kaçırmaya yüreğinin tahammül edememesi… Tek bir dersi kaçırmakla o bilgilerin özleminin acısı ölünceye kadar devam edecekti çünki…
Ah! Kendi ölüm döşeğinde bile ilmi müzakere ortamı açan Ebu Yusuf…
Bediüzzaman Said Nursi gibi olabilmek…
‘’Kuranın sönmez ve söndürülemez bir nur olduğunu bütün dünyaya ispat edeceğim ‘’ diyerek ömrünü bu nurlu yolda feda eden…
İmana ve kurana hizmet etme ateşiyle yanıp tutuşan…
Cazibeli teklifler karşısında sırf Efendimizin sünnetine muhalif hareket etmemek için 28 yıl işkenceli,çileli hayatı tercih eden…
Memleket memleket sürgünden sürgüne haksız ithamlarla mahkum edilen …
Seksen kusur yıllık ömründe dünya zevki namına bir şey bilmeyen Aziz Üstad gibi olabilmek…
Yegane ızdırabını şu fedakarane ifadelerle dile getiren
İman kalesi tehlikededir. İşte benim ızdırabım, yegâne ızdırabım budur. Yoksa şahsımın maruz kaldığı zahmet ve meşakkatleri düşünmeğe bile vaktim yoktur. Keşke bunun bin misli meşakkate mâruz kalsam da, iman kalesinin istikbali selâmette olsa!
Bana ızdırab veren, yalnız İslâm’ın mâruz kaldığı tehlikelerdir. Karşımda müthiş bir yangın var. Alevleri göklere yükseliyor. İçinde evlâdım yanıyor, imanım tutuşmuş yanıyor. O yangını söndürmeğe, imanımı kurtarmağa koşuyorum. Yolda biri beni kösteklemek istemiş de ayağım ona çarpmış. Ne ehemmiyeti var O müthiş yangın karşısında bu küçük hâdise bir kıymet ifade eder mi Dar düşünceler! Dar görüşler!
Cemiyetin imanı, saadet ve selâmeti yolunda nefsimi, dünyamı feda ettim. Helâl olsun. Onlara beddua bile etmiyorum. Çünkü bu sayede Risale-i Nur, hiç olmazsa birkaç yüz bin yahut birkaç milyon kişinin imanını kurtarmağa vesile oldu. Sonra, ben cemiyetin iman selâmeti yolunda ahretimi de feda ettim.
Gözümde ne Cennet sevdası var, ne Cehennem korkusu. Cemiyetin, yirmi beş milyon Türk cemiyetinin imanı namına bir Sait değil, bin Sait feda olsun. Kur’ânımız yeryüzünde cemaatsiz kalırsa Cenneti de istemem; orası da bana zindan olur. Milletimizin imanını selâmette görürsem, Cehennemin alevleri içinde yanmağa razıyım Çünkü; vücudum yanarken, gönlüm gül-gülistan olur.
Diyen hak yolda gösterdiği sebat ve sadakatin kutlu yolcusu,çektiği çileli hayatın arkasında ekilen binlerce nur tohumlarının bu zamanda çiçek açacağını da şu sözleriyle müjde veriyor “ ne yapayım acele ettim kışta geldim, sizler cennet asa bir baharda geleceksiniz. şu zamanda ekilen nur tohumları zemininizde çiçek açacaktır“
Nur Üstadım, o kadar sıkıntının içinde her şeyini feda etsin de bizler rahat içinde etmekte hakikatleri neşretmede gaflet edelim… Emanet bırakılan kudsi hizmet sancağını dalgalandırmayalım… Heyhat! Ne kadar ağır bir mesuliyet yüklenmiş olmaz mı omuzlarımıza…
Allah cümlemizi Sırat-ı müstekımin nurlu kervanına dahil etsin…Rıza-yı İlahiden başkası kalplerimize girmesin…İslam’a baş koymuş halis şakird ve hadimlerden eylesin…Amin
herkes okumalı…