Tebessümlerimin ardından kovalayanımmışsın fark edemedim. Nasıl da yer bulmuşsun kalp atışımda. Çoğu zaman kelimelerle dillendirdim seni fakat hiçbiri gözyaşlarım kadar ifade edemedi hissettirdiklerini. Hüzün, elemin yoldaşı… Hüzün, gözyaşı tercümanı… Hüzün, davetsiz misafir… Hüzün, Rabbi’ne kenetleyen sonsuz huzur…
Kime misafir olmadı ki hüzün, kim ağırlamadı ki onu yüreğinde. Ve işte varlık hikâyesi. Hüznün bittiği yerde, hüznü başlayan insan Hz.Âdem… İlk insan, ilk önder, ilk varlık… Nasılda yakalamıştı hüzün onu aniden? Nasıl dinlemişti Rabbi’nden gayrısını? Ebedi bulmuşken nasıl kapılmıştı ebedi kaybetme korkusuna. Bu korku itmişti onu yasak meyveye. Bu korkuyla dinlemişti İblis’in sinsice sözlerini. Şimdi Adem boğazındaki lokmada, pişmanlıkta… Şeytan ise galibiyet gururundaydı. Ve ebed diyarına veda, cennetten ayrılış… Hüznün Adem’den başlayan misafirliği… Âdem acılarda. Ama onu bu denli üzen cennet özlemi değil, Rabbinin sözüne gafletiydi. Hüzün, hüzün üstüne… Âdem kayıplardaydı. Önce Rabbine verdiği sözü, sonra ebed diyarını ve Rabbinden sonra varlığına en yakın var’ını kaybetti. Havva! Kader arkadaşı, Adem’den bir parça, gönlüne sürur, hayatına ayna…
Ve dillendirdi gözyaşları hüznünü. Damla damla akıttı tüm benliğini. Hüznüyle başbaşa zannederken kendini, fark etmedi ama, Rabbi hep hüzünlü kalplerle beraberdi. Ve sonsuz rahmetiyle affeden Gafur. Son peygamberin hürmetine ilk peygambere gelen rahmetin cilvesi. Âdem şimdi Gaffar isminin tecellisindeydi.
İlk o tanıştırmıştı bize hüznü. Öylesine dost olmuştu ki hüzne kaybetmemecesine sakladı onu yüreğinde. Ama saklı kalmadı hüzün Âdem’in kalbinde. Yürekten yüreğe asırdan asıra taşındı hüzün. Çoğu zaman Rabbine en yakınlarının misafiri oldu. Öyle ki Halil’ine terk ettirirken en sevdiklerini usulca yerleşti İbrahim’in yüreğine. Yusuf’u kaybederken haset çöllerinde, Yakup’un gözlerine indi perde perde. Yunus karanlıklar içindeyken balığın karnında, onunla aynı seferdeydi. Ve en sevgiliyle hiç bitmedi misafirliği. Hayat boyu onunla beraberdi. Dünyaya gelişiyle babasızlık ve sonrasında anne özlemi. Bazen sessiz kalsa da hissettiriyordu beraberliğini. O büyüdükçe hüzüleri de büyüyordu sanki. Ve varlık âleminin kalbi olduğunu ilan etmişti ki en ağır darbeyi en yakınları vuruyordu. Baba vekili, amcası Ebu Leheb. Dünyadan da ahiretten de nasipsiz insan. Zararı aslında hep kendine veriyordu… Lakin değil mi ki Rabbi en büyük tesellisiydi. Ve can yoldaşı kucağına yüreğine serdiği insan Hatice’si en büyük destekçisiydi.
Hüzün hiç kimsede durduğu gibi durmuyordu O’nda. Hüzün O’na, o hüzne dost olmuştu. Çünkü o hüzünler büyüyor, Rabbine kenetleniyordu. Küçücük yavrusu İbrahim’ini yolcularken ebed diyarına dökülen gözyaşları karşısında şaşıran sahabeye: “Kalp hüzünlenir, göz yaşarır.” demişti. Çünkü en sevdili biliyordu ki hüzün varlıkta insanlıktaydı. Hüzün: Tâif’te ayaklarına atılan taşlarda, boykotta açlığın sızısında, Uhud’da Hz.Hamza’ya atılan mızrak darbesindeydi. Amcası Ebu Talib’e ve can yoldaşına son vedasındaydı hüzün.
Ve an oldu, veda ederken hüzün diyarına, ayrılığıyla perişan olan biricik Fatıma’sına emanet bıraktı hüznü. Ve sonrasında, onsuzluğu yaşayan tüm yüreklere yerleşti hüzün. Şimdi hüzün en anlamlı sancıdaydı. Asrına misafir olamamanın verdiği acıda.
Yüreğine sağlık kardeşim. Asr-ı Hüzün desek bu zamana yeridir. Gurbet aleminde Resulullah’tan uzak, Ehl-i Beyt’ten uzak, Ashab-ı Kiram’dan uzakta, hasretimizi her gün çoğaltıyoruz… Rabbim mahşerde buluştursun, ahirette güldürsün bizleri…
amin
duygularıma tercüman olmuş