“İnsan şu kainat ağacının en son ve en cemiyetli meyvesi ve hakikat-ı Muhammediye Aleyhissalatü Vesselam cihetiyle çekirdek-i aslisi ve kainat Kur’an’ının ayet-i kübrası ve ism-i azamı taşıyan ayetü’l kürsisi ve kainat sarayının en mükerrem misafiridir.” (Şualar)
Üstad ne güzel anlatıyor insanı. Ancak bu kadar güzel tarif edilebilir herhalde. Kainata manayı harfi ile bakmayı öğretiyor. Sonra devam ediyor “Kainatın zihayatları içinde en ziyade ihtiyaçlısı ve hadsiz maksadları ve arzuları ve nihayetsiz düşmanları ve onu inciten zararlı şeyleri bulunan bir biçare zihayatı” diye. Onun acziyetini anlatıyor, fakriyetini anlatıyor. İnsan nedir? Mahiyetçe hiçbir şey, manaca çok şey. Bütün kainatla alakadar bir varlık. Yaşaması için zerreden, katreye kadar herşeye muhtaç. “Ey insan” diyor, “Layemut değilsin. başıboş değilsin, bir vazifen var. Gururu bırak, seni yaratanı düşün, kabre gideceğini bil, öylece hazırlan.” (Lemalar) Şu gördüklerin manasız değil. Herşey bir manâya hizmet ediyor. Sen de boş yere yaratılmadın. Görmüyor musun bir kervanın yolcususun. Sabavetten gençliğe, gençlikten ihtiyarlığa, ihtiyarlıktan kabre, kabirden haşre, haşirden ebede uzanan bir yolun yolcususun. (Mesnevi-i Nuriye) Ne bu yol manasız, ne bu kervan manasız. Ne de bu kervanın yolcusu olan sen manâsızsın. Bil ki her bir kervan bir amaca hizmet eder. Sen de bir amaç için yola çıkmış kervansın. Yolda gördüğün süslü şeylere aldanma. Onlar sırtındaki ihlas azığını çalmak için bir dessasın oyunudur.
Hem bak! Yıldızları gaz yağsız, odunsuz, kömürsüz yandıran ve söndürmeyen ve beraber ve çabuk gezdiren ve birbirine çarptırmayan nihayetsiz bir kudretin sahibi (Asa-yı Musa) ne büyük güç sahibidir. İçinde bulunduğu sıkıntı ve dertlerden sığınacağın bir rab var. her yerde hazır ve nazır. Senin kendi sesini duymadığın yerde bile seni duyacak birisi. O halde dertlarin dağlar kadar olsa; Allah’a dönüp benim büyük bir derdim var deme, derdine dönüp benim büyük bir Allahım var, de. Sen muhtaçsın. Herşeyin muhtaç olduğu varlığa yönel. Kıblagâhın orası olsun.
Nihayetsiz acz ve fakr sahibisin. Senin nihayetsşz aczin ve fakrın, seni nihayetsiz kudrete, rahmete rabtedip Kadir-i Rahim’in dergahında aczi, fakrı en makbul bir şefaatçı yapar. (Sözler) Bak ne kadar acizsin. Yaşaman için binlerce şeye ihtiyacın varken, ölmen için bir tek şeyi kaybetmen bile yeter. Arzuların ebede uzanmış. Ulaşılmazlara sevdalanmışsın. Ama ulaşılmazları ulaşılır yapacak birisi var. ihtiyacın dağlar kadar olsa, rahmet okyanusunda, küçük bir çakıl taşı hükmünde kalacaktır. Bütün ihtiyaçlarını Kadir-i Rahim’in dergahına sun. O’ndan iste. O’na yönel. O’na yalvar.
Bak, öyle zamanlar oldu ki istemek talebinde olmadığın halde nelere malik oldun. O zaman asıl mal sahibinden iste. Hazinesi geniştir, Nihayetsiz cömerttir. Mülkünden istediği gibi tasarruf eder. İstediğine verir istediğinden alır.
Sana bu kadar ikramda bulunan Rabb’inden başkasına yalvarma. Zira izzet mü’minin şiarı olduğu gibi, zillet ise küfrün şiarıdır. Çünkü “Alem-i İslam’ın şahs-ı manaevisinin kalbinde yerleşmiş kırılmaz beş kuvvetten birisi; tezellül etmemek; haksızlara, zalimlere zillet göstermemek, mazlumları da zelil etmemek. Yani hürriyet-i şer’iyenin esasları olan; müstebidlere dalkavukluk etmemek ve biçarelere tahakküm ve tekebbür etmemektir. (Hutbe-i Şamiye)” Bu kuvvet din-i mübini ayakta tutacaktır. Bu yüzden mihnet duygusu mü’mine yakışmayan bir haslettir. Rızık veren Allah’tır, zahiri mün’imlere mihnet duyulmaz. Hidayet veren Allah’tır. Hidayete vesile olanlara mihnet çekilmez. Mihnet duygusu insanı insana köle yapar. Muhtacı muhtaca râm eder. Mihnet duygusu asıl mal sahibine yapılır.”Asıl mal sahibi, onların arkasında iş gören Kudret-i Ezeliyedir.
Onlar, ancak o kudretten gelen hakikitesirleri ilan ve neşretmekle muvazzaftırlar. Demek daire-i esbab, hükümetin kalem dairesi hükmündedir ki yukarıdan gelen emirlerin tebligatı o daireden yapılıyor. Çünkü izzet ve azamet perdeyi iktiza eder; tevhid ve celal dahi şirketi reddeder. (Mesnevi-i Nuriye)”
İşte bu kadar acziyet ve fakriyet içerisinde, nihayetsiz acz ve fakr sahibi olan insan. Mülk umumen O’nundur. Maddi, manevi sahip olduğumuz herşeyin maliki yine O’dur. Neye ihtiyacın varsa O’ndan iste. Hem rabbin buyurmuyor mu ki: “Duanız olmasa Rabbim size ne kıymet verirdi ki?” Seni O’nun katında kıymetli yapan duandır. Sadece O’na yönel, O’na yalvar. Verse de vermese de O’na de ki “Kahrın da hoş, lütfun da hoş“.
Sadece Sana yönelerek Senden istiyorum;
Ey Rabbim! Sana el açan şu kulun, okyanusun sahibinden,bir damla su istemeye geldi.
Sen cömertsin, ondan daha fazlasını verirsin, biliyorum. Ey Allahım! Acizlikten, tembellikten, korkaklıktan, cimrilikten ve geçmişe kederlenmekten, gelecek için elem çekmekten SANA sığınırım. Allahım! İhtiyerlanıp ele avuca düşmekten Sana sığınırım. Allahım! Nimetimin elimden çıkmasından, sağlığımın bozulmasından sana sığınırım. Allahım! Faydasız ilimden, ürpermeyen gönülden, doyma bilmeyen nefsimden ve kabul olmayan duadan Sana sığınırım. Allahım! Ağır borç yükünden ve zalimlerin başa geçip zulmetmesinden Sana sığınırım (ve o Suriye’de ve diğer İslam ülkelerinde zulmeden zalimleri kahhar isminle kahr ı perişan eyle. Onların zulümlerine devam etmesine izin verme). Allahım, Yaşadığım şu dünyada, işlerimin yolunda gitmesini sağla (Bahari-Müslim-Ebu Davud Nesai-Tirmizi) ve muhtacını muhtacına muhtaç eyleme Ya Rab! (Amin)….