İnsan imtihanlarda belli oluyordu. Bu dünya er’ler ile, er’miş gibi yapanların meydanıydı. Allah’ın sayısız imtihan sahnesine şahit olan dünya, Uhud imtihanında o erlerden birini daha görüyordu. Nesibe binti Kaab… Bilinen lakabıyla Ümmü Ümare.
Kendi gazalarda gösterdiği kahramanlıklarıyla meşhûr olan, kadın sahâbilerdendir. Hazrec kabilesinden olup, Medine’nin ileri gelen ailelerinden Mazin bin Neccâr’ın evlâdındandır. Annesi, Rebâb binti Abdullah’tır. İkinci Akabe biatında bulunarak eşiyle birlikte Müslüman olmakla şereflendi. İlk önce müslüman olan Medineli iki kadından biridir. Eşi Ensâr’dan Zeyd bin Âsım (r.a) dır.
Uhud…
Okçular Tepesi…
Allah Resulü’nün (sas) sözünden bir an çıkan sahabeler ve yaşanan anlık bozgun, İşte o an müşrik kılıçları Peygamber’e (sas) daha da yaklaştı. Allah’ın Resulünün (sas) çadırı ve etrafı ok, mızrak ve taş yağmuruna tutuluyordu. Hz. Peygamber’i koruyan halka giderek inceliyor, kopma noktasına geliyordu. Resulullah’ın (sas) kanını dökecek kadar büyümüştü tehlike. Tam bu esnada Habibullah (sas), yarılan hattı ve oradan yüklenen gözü dönmüş müşrikleri gördü ve bağırdı: “Burayı kim tutacak?” Bir kadın belirdi aniden. Bir elinde su kırbası, diğerinde sargı çaputlarıyla sağa sola koşuyor, Müslüman yaralıların pansumanlarıyla ilgileniyor, su veriyordu. Ümmü Ümare Peygamber’in çağrısını duyduğu an elinde ne varsa yere attı ve bağırdı: “Ben varım ya Resulallah!” Sen vardın ey Ümare! Elindeki tüm dünya meta’ını atmıştın koşarken. Biz bu imtihanı elimizde sımsıkı tuttuğumuz dünyalıkla kazanacağımızı sanırken sen bize ders veriyordun. “Siz bugün Allah için neyi elinizden attınız?” der gibisin.
Uhud günü yaşadıklarını Ümmü Ümare şöyle anlatıyor: “Uhud’a gitmiştim. Müslümanlar ne yapıyor bir bakayım, diye düşündüm. Yanımda su da vardı. Resulullah’ın yanına kadar yaklaştım. Sahabilerin arasındaydı. Galibiyet Müslümanlardaydı. Fakat çok geçmeden mağlup duruma düştüler. Resulullah’ın etrafındaki sahabiler ya dağılıyorlar veya şehit oluyorlardı. Etrafında çok az kimse kalmıştı. Resulullah’a (sas) bir zarar gelmesinden endişe duydum! Hemen yetiştim. Müşriklere karşı savaşmaya başladım. Kılıçla, okla müşrikleri Resulullah’tan uzaklaştırıyordum. Bu arada yaralandım. Resulullah’ın (sas) yanında 10 kişi kalmıştı. Ben, oğullarım ve kocam, Resulullah’ın önünde müşriklerle çarpışıyor, onları uzaklaştırmaya çalışıyorduk. Resulullah yanımda kalkan olmadığını gördü. Kalkanı olan birine, ‘Ey kalkan sahibi, kalkanını savaşana bırak!’ buyurdu. Ben o kalkanı alıp kendimi korumaya başladım. Derken bir süvari bana vurdu. Kalkanımla korundum. Hemen ardından atının ayaklarına kılıçla vurdum. At, sırtının üzerine yıkıldı. Adam düştü. Resulullah (sas) bunu görünce oğluma, ‘Ey Ümmü Ümare’nin oğlu, annene yardım et!‘ buyurdu. Savaş bu minval üzere devam ediyordu. Nesibe Hatun, Resulullah’ın (sas) etrafında adeta bir pervane olmuştu. Dönüp duruyordu. Peygamberimiz savaş sonrasında, “Uhud Günü sağıma soluma döndükçe hep Ümmü Ümâre’yi yanı başımda çarpışırken görüyordum” buyurarak onun bu fedakarlığını takdir etmişti.
Ümmü Ümâre (r.anhâ) Uhud’dan başka, Hudeybiye, Hayber Umret-ül Kaza, Huneyn ve Yemâme gazâlarına da katıldı. Biatü’r rıdvan’da hazır bulunmakla şereflendiler. Oğulları Habib ve Abdullah’da Peygamber Efendimiz’in (sas) bütün gazâlarına iştirak ettiler. Uhud savaşında Nesibe hâtûn on iki, on üç yerinden yaralanmıştı. Bunlardan en ağırı, İbn-i Kâmia’nın boynunda açtığı yaraydı. Allah’ın Resulü oğlu Abdullah’a bu yarayı sarmasını emretti. Bu yara bir sene tedavi gördükten sonra iyileşti. Müseylemet-ül Kezzâb, yalancı peygamberlik iddiasıyla ortaya çıkınca, Ümmü Ümâre’nin (r.anhâ) oğlu Habib İbni Zeyd (r.a) elçi olarak gönderildi. (Veya Amman’dan Medine’ye gelirken esir düştü. Müseyleme, kendisinin peygamberliğini kabul etmesini istedi. Habib (r.a) onu tasdik etmeyince, tek tek uzuvları kesilerek şehid edildi. Ümmü Ümâre Müseyleme’nin ölümünü göstermesi için Allah’a dua etti. Yaşı altmışın üzerinde olmasına rağmen oğlu Abdullah’la beraber Yemâme savaşına iştirak etti. Savaşın şiddetli bir anında Müslümanların dağılmaya başlamaları üzerine, kılıcını çekerek düşmana hücum etti. Oniki yerinden yara aldı. Müsseyleme’yi de yaraladı. Ümmü Ümâre’nin oğlu Abdullah’ın da bulunduğu bir grup Müslümanın önünden atla kaçmaya çalışan Müseylemet-ül Kezzab, Hz. Vahşi tarafından mızrakla vurularak öldürüldü. Ümmü Ümâre (r.anhâ) bu savaşta kolunun birini kaybetti, İslâm ordusunun kumandanı Hâlid bin Velid (r.a) kendisiyle yakından alâkadar oldu. Yaralarını sardırdı.
Onun kahramanlıkları Resulullah’ın çok hoşuna gitmiş, hissiyatına dokunmuş ve o tarihten vefat ettiği zamana kadar, her savaş dönüşünde Allah Resulü, “Ümmü Ümare döndü mü?” diye kontrol etmeden hane-i saadetlerine teşrif etmemişlerdir. Elinde dünyayı sımsıkı tutanlar vardı o vakitte. Rahat döşeklerinde, ferahlık üzere yaşayanlar. Ümmü Ümâre her şeyini elinden atmışken, kendi elindekini arttırmanın derdine düşmüş olanlar. Tıpkı şimdi olduğu gibi, tıpkı ilerde de olacağı gibi. Ama onlara şöyle bir müjde gelmemişti Allah’ın elçisinden şöyle demişti Ümmü Ümâre’nin oğluna: “Ev halkınızı Allah mübârek kılsın senin annenin makamı filan ve falanların makamından hayırlıdır. Allah sizin ev halkınıza rahmet etsin!” Ve şöyle dua etmemişti onlara Allah Resulü (sas): “Allahım! Bunları, Cennette bana komşu ve arkadaş et.” Zaten onlarda da bu duanın ardına Ümmü Ümâre gibi şu sözleri katacak yürek yoktu. “Bu bana kâfidir. Artık dünyada ne musibet gelirse gelsin! Hiç ehemmiyeti yok ki… Allah ondan razı olsun.
Er’ler ile er’miş gibi yapanlar…
Allah bize karşılaştığımız imtihanlara karşı er’ce durabilmeyi nasib etsin.