“(Habibim Yâ Muhammed) Sen olmasaydın, Sen olmasaydın felekleri (âlemleri) yaratmazdım.” ¹ Bir kısım âlimler bu kelâmın, lafız itibarıyla hadis-i kudsî olmadığını söylese de mânâ cihetiyle sâhihtir. ² Bu kelâmın mânâsının sâhih olduğuna şu âyet delildir: “Biz Seni ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik.“³ Nasıl ki yağmura rahmet denir. Hayat ve ruh sâhiplerinin yaşamasına bir vesiledir. Bütün canlılar, yağmur ve suyun sâyesinde vücut bularak Cenâb-ı Hakk’ın sanat ve mûcizelerini gösterir. Onun isimlerinin nakışlarını, icraatlarını yansıtır. Allah’ın (cc) varlıklara verdiği hadsiz ihsan ve nimetlerine karşı lisan-ı kal ve hâlleriyle yani bir kısım varlıklar dilleriyle bir kısım varlıklar da hâl dili, denilen durumlarıyla, O Rahmân-ı Rahîm’e nihâyetsiz hamd ü senada, tesbih ve tâzimde bulunarak kıymet ve değer kazandıklarından mânen terakki ederler. Böylece su bütün canlıların maddi olan cesetlerinin, mânevi ve ruhî olan bütün gelişmelerinin ve mükemmelliklerinin kaynağı olmuştur. Bu noktadan denilebilir ki, “Eğer su olmasaydı, bu canlıların ve bu neticelerin hiç birisi olmazdı.” Şüphesiz böyle bir iddiada bulunan kişiye karşı itiraz edilmez. Ancak hak ve hakikatten uzak kişiler buna itiraz eder. Aynen öyle de Cenâb-ı Hak, Hz. Muhammed’e: Seni ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik.” buyurarak Peygamberimizin de yağmur gibi bütün âlemlere rahmet olduğunu beyan eder.
Sanki bu emirle Cenâb-ı Hak şöyle buyuruyor: ” Ey Habibim! Bütün âlemlerin vücut bulmaları, maddeten tekemmülleri, mânen gördükleri vazife olan ibadet, hamd, tesbih ve tâzimlerle terakkileri, benim isimlerimin tecelli ve nakışlarıyla şeref ve kemâl kazanmaları ancak senin vesilenledir” Zira Peygamberliği bir yağmur gibi kabul edersek, onun menbaı Cenâb-ı Hak’tır. Havuzu âlemin kendisiyle iftihar ettiği Peygamberimiz (asm)dir. Ve o rahmeti âlemin bütün bağ ve bahçelerine taşıyan kanallar ise diğer peygamberler ve onlara vâris olan âlimlerdir. Âlemlere rahmet olan bu yağmur, yalnız yeryüzündeki canlılara hayat bahşetmiyor. Belki bütün âlemlere ve içindeki varlıklara hayat veren bir rahmettir. Öyleyse diyebiliriz ki eğer Hz. Muhammed (asm), dolayısıyla Peygamberlik olmasaydı, o âlemlerin hiç birisi olmazdı. Hatta bu dâvâya en büyük bir delil şu hadis-i şeriftir: “Ahirzamanda Allah Allah diyen kalmaz.”4 Yani hak din devam ettikçe kıyamet kopmaz. Demek dünyada âlemlere rahmet olarak gönderilen Hz. Muhammed (asm)ın getirdiği din hayata tatbil edildiği zaman kıyamet kopacaktır.
Şöyle bir örnek de verilebilir: şüphesiz, bir okul ancak öğrencilere ders vermek için yapılır. Eğer ders verecek öğretmen bulunmazsa okulun yapılması da düşünülemez. Öyle de Cenâb-ı Hak bu âlemi bir okul suretinde yaratmıştır. O okulda ders vermek için Peygamberleri ve onların vârisleri olan âlimleri ve hepsinin de reisi ve efendisi olan Hz. Muhammed (asm)ı öğretmen olarak görevlendirmiştir. Özellikle Hz. Muhammed (asm)’a; cinlere, insanlara ve meleklere, hatta bütün mahlûkata ders vermek için ezeli bir ders kitabı olan Kur’ân-ı Kerim’i vermiştir. Nasıl ki, anaokulundan tâ lise son sınıfa kadar öğrencilerin yetiştirilmesi üniversiteye gidebilmek içindir. Aynen öyle de bütün Peygamberlerin Hz. Muhammed (asm)dan önce gelmeleri, insanları ve ortamı O’nun teşrifi ve İslam dininin tatbik edilebilir hâle gelmesi içindir. Öyleyse diyebiliriz ki, Hz.Muhammed (asm) olmasaydı, bu âlem de olmazdı.
Bilindiği gibi duânın tesiri çok büyüktür. Hususen duâ, büyük bir topluluk tarafından yapılırsa, çoğunlukla belki daimi olarak kabul edilir. Hatta denilebilir ki, âlemin yaratılış sebeblerinden biri de yani kâinatın yaratılışından sonra başta insanlar ve onların başında İslâm alemi ve onun başında da Hz. Muhammed (asm)ın muazzam ve büyük olan duâsıdır. Yani âlemi yaratan Allah (cc) gelecekte O Zâtın (asm) bütün insanlar, belki varlıklar namına ebedi saadet ve isimlerinin aynası olmasını isteyeceğini bildiği için o duâyı kabul ederek kâinatı yaratmıştır. Mâdem duânın bu derece büyük ehemmiyeti vardır. Hiç mümkün müdür ki, bin dört yüz küsur senede her vakitte insanlardan üç yüz milyon, cinler ve insanlardan haddi ve hesabı olmayan zâtlar ittifakla Hz. Muhammed (asm) için Cenâb-ı Hak’tan büyük rahmet, ebedi saadet ve bütük isteklerinin kabulü için yapmış oldukları duâ kabul olmasın. Özellikle âyet-i kerime “Muhakkak ki Allah, melekleriyle Nebi Peygamber (asm)a salât ederler (rahmet okurlar), ey iman edenler! (Siz de) O’na salat edin ve (O’na) teslimiyetle selam verin.”5 emretmektedir.
Evet, âlem-i imkan denilen mülk-i İlahinin genişliği bize göre nihâyetsiz sayılabilecek derecededir. Bu geniş mülk-i İlahi ise bir karış kadar bile boş değildir. Hepsi Cenâb-ı Hakk’ın melekleriyle doludur. Demek bütün o melekler Peygamberimiz (asm)ın Cenâb-ı Hakk’ın en sevgili kulu olduğunu biliyorlar ki onlar da O’na muhabbet edip Allah ile birlikte O’na salât u selam ediyorlar. Acaba, Cenâb-ı Hakk’ın da başında bulunduğu ve onlarla birlikte duâ ettiği rahmet duâsını bütün melek ve ruhaniyatın, cin ve insin duâsının kabul olması mümkün müdür? Mâdem Peygamberimiz hakkında yapılan duâ, bu kadar büyük ve geniş dairede devam etmiş, Elbette bu duânın neticesinde O zât öyle bir makam ve mertebeye çıkmış ki, bütün akıllar toplanıp bir akıl olsalar, O’nun makam ve mertebesinin hakikatini anlayamazlar. Buna binaen “Eğer böyle bir zat olmasaydı âlem olmazdı.” sözünün ne kadar yerinde ve doğru olduğu anlaşılmaz mı?
Abdürrezak’ın Hz.Cabir (ra)dan rivâyet ettiğine göre Hz. Cabir: “Anam babam sana feda olsun yâ Resûlallah. Bütün varlıklardan önce Allah’ın yarattığı ilk varlığı bana haber verir misin?” dedi. Peygamberimiz (asm): “Ey Cabir, Cenâb-ı Hak eşyadan önce kendi nurundan senin Peygamberinin nurunu yarattı.”6 buyurdu. Bu hadis “Eğer Sen olmasaydın, Sen olmasaydın âlemleri yaratmazdım.” mânâsını ifade eder. Mâdem Peygamberimizin nuru kâinat ağacının bir çekirdeği olmuş. Öyleyse o çekirdek olmasaydı âlem denilen ağaç da olmazdı. Bediüzzaman Hazretleri bu hakikati mealen şöyle izah eder: İşte şu kâinata hikmet nazarı ile bakıldığı vakit, büyük bir ağaç mânâsında görünür. Ağacın nasıl dalları, yaprakları, çiçekleri, meyveleri vardır. Şu yaratılış ağacının da bir bölümü olan aşağı âlemin: Unsurlar, dalları; bitkiler ve ağaçlar, yapraklan; hayvanlar, çiçekleri; insanları meyveleri hükmünde görünür. Cenab-ı Hakk’ın, ağaçlar hakkında geçerli olan bir kanunun elbette şu büyük ağaçta da geçerli olmak, Hakim isminin, hikmetinin icâbıdır. Öyle ise, hikmetin gereği de, şu yaratılış ağacının da bir çekirdekten yapılmasıdır. Hem öyle bir çekirdek ki; cismâni âlemden başka, diğer âlemlerin numunesini ve esaslarını da içinde toplamış olsun. Çünki: Binler muhtelif âlemleri içine alan kâinatın aslî çekirdeği ve menşei, kuru bir madde olamaz. Madem, şu kâinat ağacından daha evvel, o neviden başka ağaç yok. Öyle ise, o menşe ve çekirdek hükmünde olan mânâ ve nura, elbette yine kâinat ağacında bir meyve elbisesenin giydirilmesi, yine Hakim isminin icabıdır. Çünkü, çekirdek daima çıplak olamaz . Madem, ilk yaratılışta meyve elbisesini giymemiş. Elbette, sonunda o elbiseyi giyecektir. Madem o meyve insandır. Madem insan içinde daha önce isbat edildiği üzere, en meşhur meyve ve en muhteşem semere ve bütün herşeyin nazar-ı dikkatini çeken, dünyanın yarısını ve insanların beşte birinin bakışını kendine çeviren ve mânevi güzellikleri ile âlemi, ya muhabbet veya hayret nazarı ile kendine baktıran meyve ise: “Muhammed Aleyhisselâmın Zâtıdır…” Elbette, kâinatın teşekkülüne çekirdek olan nur. Onun Zâtında cismini giyerek en son bir meyve suretinde görünecektir.
Zâten şu anda araştırmalar neticesinde bilim adamlarının da kabul ettikleri big bang denilen büyük patlamada bu hakikati isbat etmektedir. Demek Peygamberimiz (asm)’ın nurundan kâinat yaratıldığı gibi, kâinatın en mükemmel meyvesi de yine O’nun zâtı olmuştur. “Demek O olmasaydı, kâinat olmazdı.” ifadesi hak ve hakikattir. Abdullah İbni Abbas (ra) -Allah onlardan râzı olsun- rivâyet etmiştir ki: “Cenâb-ı Hak İsa (as)’a vahiy ile buyurmuş. Sen Hz. Muhammed (asm)’a iman et. Senin ümmetinden O’na kavuşanlara da O’na iman etmelerini emret. Eğer Muhammed (asm) olmasaydı Âdemi yaratmayacaktım. Eğer o olmasaydı Cenneti ve Cehennemi yaratmazdım. Su üzerinde arşı yarattığımda titremeye başladı. Onun üzerine “Lâ ilâhe illallah” yazdım, sükûnet buldu.”7 İbni Abbas (ra) rivâyet eder ki: “Cenâb-ı Hak (Peygamberimize hitaben) buyurmuş, “İzzetime ve celalime yemin ederim ki, Sen olmasaydın Cenneti yaratmazdım. Sen olmasaydın dünyayı yaratmazdım.“8 “
Hâkim’in Müstedrek hadis kitabında rivâyet ederek sahih dediği ve Taberani, Ebû Naim, Beyhaki ve İbn Asakir’de rivâyet edilen bir hadis-i şerifte Peygamberimiz: “Âdem (as) o bilinen hatayı işleyince dedi ki: Yâ Rab! Muhammed (asm) hakkına beni affeyle, Cenâb-ı Hak hemen buyurdu ki: “Ben O’nu daha yaratmadığım halde sen Muhammedi nasıl tanıdın? Âdem (as) dedi k: “Yâ Rab, sen kudretinle beni yarattığında, mahlûkun olan ruhu bana üflediğinde, başımı kaldırdım. Arşın sütunlarında “La ilâhe illallah Muhammedü’n-Resûlullah” yazılı gördüm. Hemen anladım ki, isminin yanına mahlûkatın içinde ancak en sevdiğinin ismini yazarsın.” Cenâb-ı Hak buyurdu ki: “ Doğru söyledin yâ Âdem! Şüphesiz bütün bu yarattıklarım içinde en sevdiğim O’dur. Eğer O’nun hakkına benden affını istiyorsan seni affettim. Eğer Muhammed olmasaydı, Seni yaratmazdım.”9 Bu hadisler mânâ itibariyle “Sen olmasaydın, Sen olmasaydın, âlemleri yaratmazdım.” cümlesini ifade ederler. Zâten cumhur-ı ulemaya göre hadisi, bi’l mânâ rivâyet etmek caizdir. Bu “levlake” cümlesi de lafız itibariyle hadis olmasa bile, geçen hadis-i şeriflerde de ifade edildiği gibi, mânâ cihetiyle hadistir. Bu cümlenin doğruluğunu zikrettiğimiz âyet gibi birçok âyetin mânâsı tasdik eder. Birçok hadis-i şerif de bu kelâmın aynı mânâsını ifade etmekle bi’l-mânâ hadis olduğunu gösterir. Hem bir kısım selef-i sâlihinin ve müctehid derecesindeki âlimlerin hadis-i kudsi olarak aynen kabul edip söylemeleri kabulümüz için yeterli bir delildir. “Malûmdur ki; zaif şeyleri içtimâ ettikçe kuvvetleşir. İncecik ipler topak yapılsa, kuvvetli halat olur. Kuvvetli halatlar topak yapılsa, kimse koparamaz.” 10 Dolayısıyla “levlâke” nin ifade ettiği hakikate basiret sahibi olan hiçbir kimse itiraz edemez.
KAYNAKLAR:
1- Keşfü’l-Hafa c.2. s.164 2- A.g.e 3-Enbiya, 107 4- Müslim c.1 s.131 5- Ahzab, 56 6- Keşfü’l-Hafa c.1 s.265. hadis no: 827 7- Hakim, Müstedrek, c. 2, s.671. Bu hadis için Hâkim; Müslim ve Buhari’nin rivayet etmediğini, fakat sahih olduğunu söylemektedir. 8- Deylemi, müsne dü Firdevs, c, 5, s.227 9- Menasikü’l Hacc, İmam Nevevi, sh: 452 10- Mektubat, 19.mektup