Vesile konusunda, Şafii mezhebinde en muteber kabul edilen meşhur İbni Haber fıkıh kitabının sahibi olan İbni Haveri’l- Heytemi’nin fetvası şu şekildedir. “Selef-i salihin denilen; peygamberlerin, evliyaların ve o yolda gidenlerin siret ve yaşantıları, Peygamberimiz’i vesile yapmayı isbat eder:
Hakim’in Müstedrek hadis kitabında rivayet ederek sahih dediği ve Taberani, Ebu Naim, Beyhaki ve İbni Asakir’de rivayet edilen bir hadisi-i şerifte Peygamberimiz Adem [as] o bilinen hatayı işleyince dedi ki: Ya Rab! Muhammed [asm] hakkında beni affeyle.‘Cenab-ı Hak hemen buyurdu ki ‘Ben O’nu daha yaratmadığım halde sen Muhammed [asm]ı nasıl tanıdın? Adem [as] dedi ki ‘Ya Rab, Sen Kudretinle beni yarattığında, mahlukun olan ruhu bana üflediğinde, başımı kaldırdım. arşın sütunlarında ‘La ilahe illallah Muhammedü’n Rasülullah’ yazılı gördüm. hemen anladım ki isminin yanına mahlukatın içinde en sevdiğin ismini yazarsın.’ Cenab-ı Hak buyurdu ki ‘Doğru söyledin ya Adem! Şüphesiz bütün yarattıklarım içinde en sevdiğim O’dur. Eğer O’nun hakkına benden affını istiyorsan seni affettim. Eğer Muhammed [asm] olmasaydı. Seni yaratmazdım.” Bu hadiste de görüldüğü gibi peygamberimiz [asm] daha yaratılmadan Adem [as] kendi affına vesile yaptığı halde, peygamberimiz [asm] yaratılıp ahirete gittikten sonra, biz gibi hatalılar için, O’nu vesile yapmak ne derece ma’kul ve münasip olduğu anlaşılmaz mı?
Hem Nesai’nin rivayet ettiği ve Tirmizi’nin de sahih kabul ettiği bir hadis-i şerifte “Gözleri görmediği için sıkıntıda olan bir adam Peygamberimiz’e gelerek der ki ‘Sıhhat ve afiyetim için bana dua et’ Peygamberimiz ‘İstersen dua edeyim, istersen sabret. fakat sabretmen senin için daha hayırlıdır.’ O adam ‘Bana dua et’ dedi. Peygamberimiz [asm] ona buyurdu ki ‘git güzelce bir abdest al. İki rekat namaz kıl. Ondan sonra şu duayı yap: Ya Rab! Rahmet nebisi olan Senin Peygamberin Muhammed! [asm] ile Sana yöneliyorum ve Senden istiyorum. Ya Muhammed [asm] Bu ihtiyacım için şüphesiz ki seninle Rabbime yönleniyorum. Ta ki o ihtiyacım için şüphesiz ki seninle rabbime yönleniyorum. Ta ki o ihtiyacımı gidersin. Ya Rab! Muhammed [asm]’ı benim için şefaatçi kıl.”
Bu Hadisi şerifi Beyhaki de sahih olarak rivayet eder ve şunu da ekler “O ama adam gören birisi olarak kalktı.” Taberani de güzel bir senet ile şöyle rivayet eder “Peygamberimiz [asm] ‘Nebin hakkına ve benden önceki peygamberler hakkına‘ diye dua ederdi.”
Peygamberimiz [asm]’ı veya diğer peygamberleri[as] vesile yapmak, istiğase denilen yardım dilemek, şefaatçi yapmak ve onlarla tevecüh etmenin arasında bir fark yoktur. İmam Subki’nin de muvafık gördiği gibi, evliyalar da peygamberler gibidir. Çünki salih amelleri vesile yapmanın caiz olduğu rivayetlerde vardır.
Halbuki o ameller, arızi olup maddi vücutları olmayan sonradan yapılan şeylerdir. Bunlar vesile yapmak daha münasibdir. Hem Hz. Ömer [ra], Hz. Abbas [ra]’ı yağmura vesile yaptığı halde ashab-ı Kiram’dan hiçbir kims e itiraz etmemiştir. Hem Peygamberimiz [asm]’ı vesile yapmak, O’ndan dua talep etmek manasına da gelir. Zira O kabrinde hayydır. Kendisinden bir şey isteyenin ne istediğini bilir. Çünki uzun ve sahih bir hadisede geçtiği üzere Hz. Ömer [ra] zamanında, insanlara kıtlık musallat olur. bir adam Peygamberimiz’in [asm] kabrine gelir. ‘Ey Allah’ın Resulü! Ümmetin için yağmur dile. Geceleyin rüyasında peygamberimiz ona ‘Allah sizlere yağmur verecek der.’ Ve Gerçektende öyle olur.”
Vesile meselesinde İmam Subki de şunu ifade eder “Allah katında Peygemberimiz [asm]’ı vesile yapmak, O’nunla yardım dilemek ve O’nu şefaatçi yapmak güzeldir. İbni Teymiye gelinceye kadar, selef-i salihden ve haleftenhiçbir alim itiraz edip bunu inkar etmemiştir. O doğru yoldan ayrılarak bunu inkar etti. Kendisinde evvel hiçbir alimin söylemediği bu bid’ayı ortaya attı. Müslümanlar arasında ibretlik bir örnek oldu.”
Maalesef lüb ile kabuğu,mana ile maddeyi birbirinden ayırmayan bir kısım insanlar, ölümden sonraki hayatı çok basit düşünerek onlardan herhangi bir menfaatin veya zararın gelmediğini iddia ederler. Mananın ve alem-i gaybın esas olduğunu, maddenin ve alem-i şehadetin buna nisbeten basit bir kabuk olduğunu düşünmüyorlar.Halbuki nasıl ki kelimenin kıymeti ve değeri manasına göredir. Cesedin de kıymet ve değeri ruh iledir. Cesed, ruh ile kaimdir, yani varlıkta durur. Ruh çıkınca ceset, ruh ile kaimdir, yani varlıkta durur. ruh çıkınca ceset yıkılmaya ve dağılmaya mahkümdur. aynen öyle de şu dünyanın ve alem-i şehadetin Kıymeti ve değeri ahiret ve alem-i gayba göredir. Birisinin dünyası ki cenneti kendisine kazandırmıyorsa ve Cenab-ı Hakk’ın rızasına ve cemaline vesile olmuyorsa, o dünyanın beş kuruşu kadar kıymeti ve değeri olmaz. O kişinin ölümü ile birlikte dünyasıda başına yıkılmış olur. Ancak günahını ve mesuliyetini o kişinin boynuna takarak ondan ayrılır.
Ayet-i kerime ve hadis-i şeriflerden de anlaşıldığı gibi, bütün ehl-i tahkik olan araştırmacıların ittifak ile kabul ettikleri şudur: Dünyanın bin sene mes’udane hayatı cennetin bir saatine mukabil gelmediği gibi, cennetinde bin sene hayatı Cemalullah’ı görmenin bir mukabil gelmez.
Bediuzzaman Hazretleri’nin de ifade ettiği gibi, maddi vücud ile alem-i şehadet; alem-i mana ile alem-i gaybın üzerinde tenteneli bir perdedir. hakikat ve asıl olanı o perdenin arkasında bulanlardır. Demek her şey mükemmele doğru gidiyor. Nasıl ki anne rahminde yaşayan bir çocuk oradan ayrılırken yok olmuyor. Belki bir saati o anne rahminde binsene yaşamaktan daha üstün olan dünya hayatına kavuşuyor. Öyle de o insan, dünyadan ayrılırken de yok olmuyor. Belki bir saati , yaşadığı dünya hayatının bin senesinden üstün olan ahiret hayatına kavuşuyor. Zaten her şeyin mükemmele doğru gitmesi alemde cari olan İlahi bir kanundur, Bütün bu açıklamalardan da anlaşıldığı gibi, ölüp bu dünyadan ayrılmak; hiçliğe, yokluğa gitmekten ibret değildir. Belki daha mükemmel olan berzah hayatına, daha güzel olan Cennete ve bekaya ve bütün saadetlerin esası ve temeli olan Cemalullah’a kavuşmaktır.
Netice olarak, herhangi bir meselede ümmetin makbulü olan bir müctehidin ictihadına uymak bizleri İnşaallah kurtarır. Halbuki bu meselede birçok müctehidin ayet ve hadislere istinaden yaptıkları ictiad ve ittifak, onları taklid edenlerin kurtulmalarına yeterli bir sebebtir. Maalesef, ictihad edecek seviyede alimlerin nadir bulunduğu böyle bir zamanda, taklidi kabul etmeyip herkesi ictihada zorlamak bir musibet olduğu gibi, hakkıyla dinini yaşamayıp bir kısım afaki malumat ile de selef-i salihinden hiç kimseyi beğenmeyip ictihada yeltenenlerin çoğalması da başka bir beladır.
Kaynaklar ; [2] Menasikü’l-Hac, İmam Neyevi, sh 452[1] Feyzu’l kadir, İmam Menevi, 2.cild sh 135