Anasayfa / Güncel / Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat

Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat

Istılah olarak Peygamber Efendimizin sünnetine ve Ashâb-ı Kiram, Tâbiîn, Tebe-i Tâbiîn olan cemaate uyanlara ehl-i sünnet ve’l-cemaat denir. Bazen ehl-i sünnet ve’l-cemaat kelimesini basit olarak ifade ederken kimlerin kastedildiğini düşünmek gerekir. Zira ehl-i sünnet demek, başta ehl-i beyt imamları, İmam-ı Eş’arî ve Maturidî, dört mezhebin imamları ve bu dört mezhebe mensub müctehid imamları, İmam-ı Buharî gibi Kütüb-i Sitte’nin hadis imamları ve bu nuranî zincire bağlı olan Şeyh Abdülkadir Geylanî gibi iki cihanın arslanlarıdır. Bunların başında ise Peygamber Efendimizin sünnet-i seniyesi ve Ashâb-ı Kiram gelir.

Ehli Sünnet Temsili İmajSeyyid Şerif Cürcanî şöyle der: “Ehl-i hak, öyle bir topluluktur ki kat’i delil ve burhanlarla Rableri katında hak olan yola kendilerini nisbet edenlerdir. O da ehl-i sünnet ve’l-cemaattir. Ehl-i heva yani nefislerine uyanlar ise, kıble ehli olanlardır ki kabul ettikleri akide, ehl-i sünnet akidesine zıddır. Onlar Cebriye, Kaderiye, Râfiziye, Hâricîler, Muattala ve Müşebbehe olmak üzere altı kısımdır. Bunların her biri on iki fırkaya ayrılır, toplam yetmiş iki taife olur.2 Vahhabîlik, mezhebsizlik, mealcilik gibi grubların hepsi bunlara dâhildir.”
Abdülkadir Geylanî Hazretleri ehl-i sünneti şöyle tarif eder:

1-Ehl-i bid’atın hatalarına düşmeyen kelâm âlimleri,
2- Sevrî, Evzâî, Dâvûd ez-Zâhirî dâhil büyük müctehid fakîhler ve mensupları,
3- Muhaddisler,
4- Ehl-i bid’ate meyletmeyen sarf, nahv, lügat ve edebiyat âlimleri,
5- Ehl-i sünnet görüşüne sâdık kalan kıraat imamları ve müfessirler,
6- Müteşerrî Sufiyye, yani şeriate bağlı tasavvuf ehli,
7- Ehl-i sünnet yolundan ayrılmayan müslüman mücâhidler,
8- Ehl-i sünnet akîdesinin yayıldığı memleket ahalisi

Peygamber Efendimiz bir hadis-i şeriflerinde: “Ümmetim yetmiş üç fırkaya ayrılacak. Onlardan ancak birisi kurtulacaktır.” Onlar kimdir denilince “Ben ve ashâbımın üzerinde olduğu şeye tâbi olanlardır.” buyurmuştur. Böylece ümmetin yetmiş üç fırkaya ayrılacağını ve içinde fırka-yı nâciye-i kâmile, ehl-i sünnet ve’l-cemaat olduğunu haber vermiştir.

Hadîs-i şerifte: “Ümmetim, sapıklık üzerinde bir araya gelmez. İhtilâf gördüğünüz zaman size ‘sevâdu’l-âzam (en büyük olan ve hak üzere bulunan topluluğa katılmayı) tavsiye ederim” Yine başka bir hadîs-i şerifte “Ümmetim sapıklık üzerine bir araya gelmez. Allah’ın kudret eli cemaâtledir. Kim cemaâtten ayrılırsa; cehenneme ayrılır” buyrulmuştur.

Görüldüğü gibi, Peygamberimiz kendisinden sonra ümmetinin fırkalara ayrılacağını, ancak o fırkaların içinde sevâdu’l-âzam denilen ümmetinin çoğunluğunu oluşturan taifenin kurtulacağını ifade etmektedir. O taife, ümmetin fırkaları içinde en çok olan, hatta bütün diğer fırkalara nisbeten ümmet-i Muhammediye’nin yüzde seksenden fazlasını teşkil eden ehl-i sünnet ve’l-cemaattir.

Peygamberimiz (asm) birçok sahih hadîs-i şeriflerle bu fırkanın hak ve istikamet üzere olduğunu bize haber veriyor. Âyet-i kerimede “Peygamber (asm) size neyi emrederse onu yerine getiriniz, neyi yasaklarsa ondan kaçınınız

Ve (Hazret-i Muhammed (asm), nefsinin) arzu(sun)dan konuşmuyor. O, (söyledikleri) bildirilen vahiyden başka bir şey değildir.” buyrularak Peygamberimizin hak söylediğini ve kurtuluşun, ancak o fırkaya uymakla mümkün olacağını açıkça ifade etmektedir.

Ehl-i sünnet ve’l-cemaatin hakkaniyetini gösteren delillerden biri de ehl-i sünnetin kendi dışındaki yetmiş iki fırkaya da ehl-i kıble olarak bakması ve onları tekfir etmemesidir. Ancak zâhiren tevili mümkün olmayan küfürlerini isbat eden bir delil olursa o başkadır. Bu müsbet düşünce neticesinde Abbasîler, Eyyubîler, Selçuklular ve Osmanlı Devleti bütün fırak-ı dalle denilen ehl-i kıbleyi de içlerinde barındırmış ve birlik ve beraberliği muhafaza ederek bin üçyüz sene İslamî hâkimiyete vesile olmuşlardır.

Maalesef diğer İslamî fırkalardan her birisi kendinden olmayanları küfürle itham ettiklerinden İslâmî birliği bozdukları için, Müslümanların dağılmasına ve düşmana karşı mağlup olmasına sebeb olmaktadırlar. Âlem-i İslâmın hâl-i hazırdaki perişaniyeti buna şâhittir.

Ehl-i sünnete göre edille-i şer’iye, yani verilen bir hükmün doğruluğunu isbat eden deliller dörttür.

1. KİTAP:
Cenâb-ı Hak kitap olan Kur’ân-ı Kerîm’e uyulmasını ve açıklamalarına müracaat edilmesini “(Onlar) Kur’ân’ı hiç düşünmüyorlar mı? Yoksa kalbler(inin) üstünde kilitleri mi var?” âyetiyle emretmektedir. “Muhakkak ki bu Kur’ân, (insanları) en doğru yola hidâyet eder.” “Sana bu Kitâb’ı, herşey için bir açıklama ve Müslümanlar için bir hidâyet, bir rahmet ve bir müjde olmak üzere indirdik.” gibi birçok âyetle Kur’ân-ı Kerîm’in hidayet ve saadet kaynağı olduğunu açıkça ifade eder.

Evet, Kur’ân’ın mânâsı o kadar geniştir ki bütün müctehidler verdikleri hükmü ondan almışlardır. Hem Allah’ı tanıyan herkesin aldığı zevk, Allah’a kavuşan her ferdin gidişat tarzı, bütün kâmil insanların mesleği, bütün araştırmacıların doğru yolu, Kur’ân’ın geniş hazinesinden onlara ihsan edilmiştir. Öylesine ki Kur’ân her an onlara doğru bir rehber olmuş ve ilerlemeleri için her vakit onlara yol göstermiştir. Tükenmez hazinesinden onların yollarına nurlar serptiğini bütün bu saydığımız kâmil insanlar ittifakla tasdik etmişlerdir.

2. SÜNNET:
Cenâb-ı Hak, “Peygamber size ne verdiyse, artık onu alın; size neyi de yasakladıysa, ondan hemen kaçının!” âyet-i kerimesiyle Resûlullah’a ve sünnet-i seniyeye uymayı emreder. “Ve (o, nefsinin) arzu(sun)dan konuşmuyor! O (söyledikleri) bildirilen vahiyden başka bir şey değildir.” âyetleriyle de sünnet-i seniyenin, Cenâb-ı Hakk’ın rızasına uygun düsturlar olduğunu ve bizzat onları kendisinin emrettiğini ifade eder. Buna binaen bin dört yüz seneden beri o düsturlardan bir tanesinin yanlış olduğu görülmemiştir. Hatta sünnet-i seniyenin her meselesinin birçok hikmet ve faydaları bulunduğunu ehl-i ilim ve tahkik ittifakla kabul etmiştir.

3. İCMA-YI ÜMMET:
Cenâb-ı Hak: “İşte böylece sizi mûtedil (adâletli ve dengeli) bir ümmet kıldık ki insanların üzerine (hesab gününde umum peygamberler lehine) şâhidler olasınız, Peygamber de sizin üzerinize şâhid olsun!” “(Ey Peygamberin ümmeti! Siz,) insanlar(ın iyiliği) için (ortaya) çıkarılmış en hayırlı bir ümmet oldunuz; iyiliği emreder, kötülükten men’ eder ve Allah’a îman edersiniz!” “Kim de kendisine hidâyet belli olduktan sonra, Peygambere karşı gelir ve mü’minlerin yolundan başkasına tâbi olursa, onu (kendi) tercih ettiğinde bırakırız ve kendisini Cehenneme atarız! Ve (o) ne kötü varılacak yerdir!” âyetleriyle, Peygamber (asm)ın ümmetini adâlet ve istikametle tavsif ediyor. O ümmete tâbi olmayı da emrediyor. İcma-yı ümmete muhalefet edenleri de Cehennem azabı ile tehdit ediyor.

4. KIYÂS-I FUKAHA:
Cenâb-ı Hak, “Artık ey basiret sâhibleri! (bu anlatılanlardan) İbret alın!” “Ama onu, peygambere ve içlerinden ulü’l-emre (emir sâhibi idârecilerine) arz etselerdi, onlardan bunu (o işin gerçek mâhiyetini, dirayetleriyle ve tecrübeleriyle ortaya) çıkarabilecek olanlar, elbette onu(n tedbirini) bilirlerdi.” âyetleriyle benzer hüküm ve misallere göre âlimlerin kıyas yapmasını yani kıyâs-ı fukahayı emreder.

Peygamberimiz (asm) Yemen’e gönderdiği Muaz b. Cebel’e (ra) insanlar arasında ne ile hüküm edeceğini sorduğunda “Allah’ın kitabıyla” cevabını almış. Akabinde Sevgili Peygamberimiz kitabta bulamayınca “ne ile hüküm vereceksin” diye sorunca “Resûlullah’ın sünnetiyle” cevabı vermiştir. Sünnette de bulamazsan ne yapacaksın diye tekrar sorunca, Muaz B. Cebel, “kendi re’yimle ictihad ederek hüküm vereceğim” diye cevap vermiştir. Peygamberimiz (asm) da “O Allah’a hamdolsun ki, Resûlünün elçisini Allah ve Resûlünün râzı olduğu şeye muvafık kılmıştır.” buyurmuştur. Böylece Peygamberimiz (asm) ictihad ile hüküm vermeyi kıyas olarak edille-i şer’iyeden birisi yapmıştır.

Bedîüzzaman Hazretleri de bu husus da şöyle der: “Ey ehl-i hak ve ehl-i hidayet! Cinnî ve insî şeytanların tuzaklarından kurtulmanın yegâne çâresi ehl-i sünnet ve’l-cemaat olan ehl-i hak mezhebini karargâh yap ve Kur’ân-ı mûcizü’l-beyanın hükümlerinin kalesine gir ve sünnet-i seniyeyi rehber yap selâmeti bul!” diye ehl-i sünnet mezhebinin ehemmiyetine vurgu yapar. Rabbim bizi ve bütün ehl-i îmanı sırat-ı müstakimde devam eden fırka-yı nâciye-yi kâmile olan ehl-i sünnet ve’l-cemaatten ayırmasın. Âmîn!

Bir yorum

  1. Amin Amin Amin Ecmain…

Bu konuyla ilgili Yorum Yapın

Mailiniz yayınlanmayacak



Başa Dön
ergene haber ogretmenler.org felsefe çorlu haber