Anasayfa / Genç Kâlemler / Yeni Yüzyılda İslâm’ın Sancağı:İttihâd-ı İslâm

Yeni Yüzyılda İslâm’ın Sancağı:İttihâd-ı İslâm

ittihadiislamAzizim: “İttihâd-ı İslâm fikri neleri ihata eder? Bir millet ittihâdı kaybederse neleri kaybeder?” biliyor musun? Üzerine en çok kalem oynatılan ve Müslümanların büyük dertlerinden birisidir; İttihâd-ı İslâm. Çünkü birlik ve beraberlik demek, çoğunlukları ürkütecek bir güç demektir. Dünyanın dörtte birini oluşturan bir kitlenin, bu beraberliği tesis etmesi demek ise; zulüm düzeninin yok olması, fakirin ve zenginin hakkını alması, adaletin yerini bulması, fuhuşun, faizin, medya şarlatanlığının, kısacası sistem padişahlarının saltanatının yıkılması demektir. Bu kimin işine gelmez; lobi sâhiblerinin, altında binlerce işçiyi çalıştıran kapitalist fabrikatörlerin, yıllardır zenginlik peşinde koşan sömürgeci Avrupa devletlerinin ve nihayet ABD’nin, dünyanın en büyük maddi gücünün sâhibi olan Siyonist yönetimlerin işine gelmez. İŞte bunun için yeni yetişen genç neslin İttihâd-ı İslâm bilinci içinde olması, Kisra’nın saraylarının yıkılacağı, Avrupa’nın yaktığı 300 yıllık ateşin söneceği anlamına gelecektir. O zaman Müslümanların nazarından kaçmaması gereken en önemli esaslardan birisi de şudur; fikri ittihâdın büyük düşmanlar tarafından engellenmeye çalışıldığı kesin bir hüküm mesabesindedir.

Peki, Azizim; İttihâd-ı İslâm’ın olmaması bu ümmete neleri kaybettirdi?

1. Müslüman gençlerin cesaretini kaybettirdi.

Şahs-ı manevinin gücünü, arkasında bulamayan Müslüman genç yalnızlaştı. Daha doğrusu yalnızlaştırıldı. Sistem; başlangıcından itibaren Müslüman Gençleri yalnızlaştırdı. Bugün etrafındaki insanlara tebliğ etmek isteyen, ama nasıl yapacağını bilmeyen genç kitle bu yalnızlaştırma politikasının bir sonucudur. Nasıl mı? Bir misal vereceğim. 15 yaşında bir genç düşünün. Bu genç beş vakit namazını kılan ve dindar bir âileye mensup. Henüz latifeleri tam mânâsıyla oturmamış olan genç kardeşimizin, okulda kendisinden başka birkaç kişi dışında kimsenin aynı düşünceye mensup olmadığını düşünelim. Sizce bu genç o kadar insana karşı nasıl direnebilecektir? Bir insan Üstad olsa ikişer ikişer gelin der. Lâkin hangi genç, yüzlerce insanla mücadele edebilir? Gıffar’dan gelen birisinin, korku ile Mekke’ye girdiği halde, Resûlullah’ı gördükten sonra bilmediği bir şehrin en zâlim ve cabbarlarına karşı Allah’ın varlığını ve birliğini haykırmasını sağlayan nedir? Elbette ki Rabbine karşı sonsuz bir bağlılık ve hürriyet… Lâkin hiç mi arkasındaki Ebûbekirlerin etkisi yok. Şunu asla unutmayalım, insanın sağ salim bu dünyada yaşaması için, içinde bulunduğu atmosfere ne kadar ihtiyacı varsa, bir Müslüman’ında İslâm’ın yaşandığı, İslâm’ın konuşulduğu atmosferlere o kadar ihtiyacı vardır… Çocuklarımıza dünya ve Âhiret mizanını iyi yapan güzel örneklerle dolu bir toplum ortaya sunabilirsek ve arkasındaki İslâmi gücün tadını tattırabilirsek, işte o zaman biz de Ebûzer el-Gıffariler yetiştirebiliriz. Allah onlardan râzı olsun…

2. Ehl-i küfrün cesaretini arttırdı.

Bir kabile reisinin ismini almayan ve kendi başına sarhoş ve nahoş sahralarda dolaşan Müslümanlara karşı, üç beş kişilik eşkıya grupları gâlip gelmeye başladı. Müslümanların birbirlerini bağlayan mânevi râbıtalarını bilmemesi, onları bölük pörçük hâle getirdi. Nitekim halifeliğin de kaldırılmasıyla tesbih tanelerini bir arada tutan imame ortadan yok oldu ve birlik bozuldu. Peki, bu birlik tekrar nasıl kurulacak? Halifelikle mi? Belki de. Ama Müslümanlar onu beklememeli, halifelik gelmese bile cemiyet ve cemaatlerle bu birlik ve beraberliği tekrar tesis etmeli ve dağılan tesbih tanelerini cirmi kadarıyla toplamalıdır. (Elhamdülillah yapılıyor da…) Bu güne kadarki ehl-i küfrün nâralarına karşı Müslümanların yegâne sloganı: “mazlumlar susmasaydı, zâlimlerin bu kadar sesi çıkmazdı.” O zaman bundan  sonra bulunduğumuz her ortamda Müslüman gençler olarak birlik ve beraberlik içinde olmalıyız ve bu birlik ve beraberliğimizi temin edecek cemiyetlerin içinde bulunmalıyız. Bu cemiyetler içerisinde bizi mânevi bir atmosfere sokacak ittihâd programları yapmalıyız. Kardeşlerimizin, kardeşliğimizin gücünü görmeliyiz. Bizim inanmadığımıza, düşmanı inandıramayız… ve bugünkü İslâm düşmanlarının inandığına, biz de inanmalıyız… (Hak gelecek ve bâtıl zail olacaktır…)

3. Müslümanlar ilim dünyasından silindi.

Okuyup belirli bir yere gelen, ilim câmiasında bir konum elde eden Müslüman kesimin yaptığı ilmi çalışmalar havada kaldı. Eskiden ilim denince akla Müslüman gelirdi. Şimdi ise Müslüman denince akla, cehalet geliyor. Ne büyük tezat! Eğer ki Müslümanlar ilim dünyasında birliği sağlasalar ve yapılan çalışmalar ortak bir havuz içinde toplansa, ilim dünyasındaki gelişmeler, sâdece ferdi birkaç Müslüman bilim adamı tarafından değil de bir cemiyet tarafından araştırılsa, belki daha güzel bir sonuç elde edilebilir. Uluslararası Müslüman Bilim Adamları dernekleri kurulmalı ve bu çatı altında Müslüman bilim adamları desteklenmelidir. Şu an için buna gücüm yetmediği için, gücü yeten büyüklerime havale ediyorum ve bu konu hakkında son bir şey daha söyleyip geçiyorum. Şöyle ki Müslümanlar böyle bir faaliyet içine girdiği zaman arada kaybolmuş, birinci maddenin paralelinde yalnızlaşmış, yalnızlaştırılmış Müslüman bilim adamları ortaya çıkacak ve İlim Dünyasında İslâm Alemi eski şaşaalı döneme yeniden dönecektir ve Müslümanlıkla bilimi birbirinden ayıran gâfil kafalara bir tokmak olacaktır. İnşaallah…

4. İslâm âleminde sâri bir hastalık gibi taklitçilik ortaya çıktı… “Mânevi temelleri sarsılan garb cemiyeti içinde doğan bir hastalık, bir veba, bir taun felaketi gittikçe yeryüzüne dağılıyor. Bu müthiş sâri illete karşı, İslâm cemiyeti ne gibi çarelerle karşı koyacak? Garbın çürümüş, kokmuş, tefessüh etmiş, bâtıl formülleriyle mi? Yoksa İslâm cemiyetinin ter ü taze iman esaslarıyla mı? Büyük kafaları gaflet içinde görüyorum. İman kalesini, küfrün çürük direkleri tutamaz.” diyor Bediüzzaman Hazretleri. İslâm âlemini garbın çürümüş, kokmuş tefessüh etmiş formülleri bir arada tutamaz.

Azizim ben bizi şöyle târif ediyorum:

Azınlık içinde kaybolan çoğunluktuk,
Çoğunluğunu bilmeyen yoğunluktuk,
Nitekim herşeyin Rabbini unuttuk,
Dayandığımız silahla vurulduk…
 

Müslümanlar eğer ki bu çoğunluğun farkına varırsa, gücünü daha iyi tahayyül edebilecektir. Bir kişiyle bir kişiye karşı savaşabiliriz. Ama bin kişiye bir kişiyle savaşamayız. Elbette; Rabbimiz bizi böyle bir imtihanla sınarsa “sadakte“… Elinde bir buçuk milyarlık gücü bulunduran İslâm cemiyeti, bu gücünü kullanamazsa, Rabbimizin bize yardımının gelmesini nasıl bekleyebiliriz? Çocuklarımızın emperyalist batının taklitçisi hâline gelmemesini istiyorsak, etrafımızdaki bu gücü hissettirmeliyiz. Şunu asla unutmayalım, böyle bir cemiyet içinde bulunan gençler gerçek hüviyetlerinin farkına varacaktır. Nasıl ki aslan fareyi taklit etmezse, Müslüman da Avrupa’yı taklit etmeyecektir. Bu sağlanmadığı takdirde çocuklarımız İslâm’ın ter ü taze iman esaslarını bırakıp batının tefessüh etmiş formüllerine sarılacaklardır…

Şunu unutmayalım ki boğulmakta olan bir kişi, kurtulmak için yanında neyi bulursa ona sarılır. Eğer sancağı göklerde sallanan, İslâm’ın şaşaasını gösteren bir gemiyi görürlerse, o gemiye binip sâhil-i selâmete çıkarlar. Heyhat, yılan bulurlarsa, yılana sarılırlar…

Velhâsıl son olarak boş teneke tıngırdar mâhiyetinde, birkaç kelam daha edip bir şiirle yazıma son vereceğim…

Müslümanların gerçek güçlerinin farkına varmasını istiyorsak:

1. Dindar insanların yaşadığı yerlerde oturmalıyız, dindar insanların yaşadığı siteler kurmalıyız.

2. Bulunduğumuz konum her neresi olursa olsun, fikri ittihâd içinde olan bütün kardeşlerimizle birlikte hareket etmeliyiz.

3. Bizi durduran, hareketsizleştiren, atıllaştıran fikirler yerine, başta Resûl-u Ekrem olmak üzere “Âlimler, Peygamberlerin vârisleridir” sırrınca, O’nun vârisi Üstad Bediüzzaman gibi, dev bir çınar halindeyken bile “Bana ızdırap veren İslâm’ın mâruz kaldığı tehlikelerdir” diye, bütün himmeti ümmeti hâline getiren toplulukların içinde bulunmalıyız.

4. Gücümüz yettiğince kendi dalımızda, kendi otağımızda ittihâdla ilgili projeler çizmeli ve çizilen projelere maddi ve mânevi (duâlarla) olarak yardım etmeliyiz. Her türlü birlik cemiyetini desteklemeliyiz.

5. Bulunduğumuz çevrede İslâmi ziyaretlerimizi arttırmalı ve sohbetlerimizi genel itibariyle Müslümanların sorunları üzerine yapmalıyız. Böyle yapalım ki; gençlerin de tek sorunu bu olsun…

6. Maddi gücümüzün yettiği nispette farklı İslâm ülkelerini gezmeli ve onların bu konu hakkındaki düşüncelerini dinlemeliyiz.

7. Hutbe-i Şâmiye adlı müstakil olarak telif edilmiş eseri okumalı ve mütalaa etmeliyiz.

8. Resûl-ü Ekrem (asm) sünneti çerçevesinde bir hayat çizip bu hayat içinde olan herkesi kuşatmalı ve İslâm’ın gücünü sahâbelerin heyecanlarında yaşamalıyız.

Korku erdemdir, lâkin korkarım korkaklıktan,
Korkaklık bu ümmete en büyük fenalıktan…
Der ki Peygamber: “Zâlimsin” demezse zâlime ümmetim,
Ey Müslümanlar! Onlardan ümidi kesin…
Zira korkarsa bu ümmet caniden ve zâlimden,
O zaman korkulur işte, bu ümmetin hâlinden…
İttihâddır işte bu mânâda yüce sır..
İşte ittihâd sırrı, karşında altı asır

Bu konuyla ilgili Yorum Yapın

Mailiniz yayınlanmayacak



Başa Dön
ergene haber ogretmenler.org felsefe çorlu haber