Eğer insan hidayet yolunu terk ederse, Cenab-ı Hakk'ın kendisine verdiği akıl vesilesiyle hayvanlara muhalif olarak, geçmiş ve gelecekteki elemlerle hayvanlardan daha aşağı, sıkıntılı bir hayat yaşar.
Ayet-i Kerime’de Cenab-ı Hakk, Habibi Hz. Muhammed’e (asm) hitaben: “Hevâsını (nefsani arzularını) kendisine ilâh edinen kimseyi gördün mü? O hâlde (vazifen sâdece tebliğ iken) onun üzerine sen mi vekil olacaksın? Yoksa gerçekten onların çoğunun (söz) dinleyeceklerini veya akıl erdireceklerini mi sanıyorsun? Onlar ancak hayvanlar gibidir; hattâ onlar yolca daha sapıktırlar.” (Furkan, 43,44) buyurarak insanın kendi nefsine uyması ve İslamiyet’in dışındaki sapıklık yollarına düşmesinin insanı gerçek insanlıktan çıkaracağını belirtir.
Eğer insan hidayet yolunu terk ederse, Cenab-ı Hakk’ın kendisine verdiği akıl vesilesiyle hayvanlara muhalif olarak, geçmiş ve gelecekteki elemlerle hayvanlardan daha aşağı, sıkıntılı bir hayat yaşar. Bediüzzaman Hazretleri, imanın insanı gerçek insan ettiğini, hatta bütün varlıklar içinde bir sultan haline getirdiğini, insanın asıl vazifesinin iman edip islami hayatı yaşamak olduğunu beyan eder. Küfrün ise insanı, açlık, susuzluk ve ölüm gibi kendisini rahatsız eden şeylere karşı gayet âciz, fakat zulüm cihetinde çok cana kıyan bir canavar haline getirdiğini anlatır.
Evet, “İmansız ve ibadetsiz yaşanan bir hayat, gerçek bir hayat değildir” denilebilir. Bu çok önemli iddiaya delil ise şudur: mesela bir adam için, kesinlikle gerçekleşecek ve bozulması mümkün olmayan bir adam kararı çıkmış. Hem aynı karar bütün dost ve sevdikleri için de verilmiş. Ya bir gün sonra veya bir sene sonra veyahut birkaç sene sonra sırası geldiğinde o kadar infaz edilecektir. O adam bakıyor ki, her gün sevdiklerinden birisi idam ediliyor. Kendisi de ümitsizlik ve çaresizlik içinde idamını bekliyor. Acaba bu adama bütün dünyanın saltanatı verilse, her türlü zevk ve sefa sunulsa gözü önünde gördüğü bu idamlarla birlikte o dünya saltanatından hiçbir zevk ve lezzet alabilir mi? Bu adam mutlu bir hayat yaşıyor denilebilir mi? Kesinlikle o idamı her hatırlayışında ve idam edilenleri her gördüğünde, kendisi idam ediliyormuş gibi, kalbinde, ruhunda ve beyninde o elem ve ızdırabı yaşar. Dünya onun için bir zindan ve hayat ise işkence olur. İşte Allah’a ve âhirete inanmayanların yaşadıkları hayat böyledir.
Zira yolunu şaşırmış felsefenin etkisinde kalan, âhirete inanmayan ehl-i dalalet, ölümü hem kendisi hem de bütün sevdikleri, hatta insanlık damarıyla acıdığı bütün varlıklar için, idam ve yokluk olarak kabul ettiğinden ve her gün ölüm pençesinden kurtulamayanların elemlerini hissettiğinden, yaşadığı hayat bir azab ve işkenceden ibaret olur. Böyle bir insanın dünyada yaşadığı hayattan lezzet alması hiç mümkün müdür? Bu kimseler, ancak kendi akıllarını uyutmak veya bu elemleri geçici olarak unutmak için sarhoşluğa ve eğlenceye atılırlar. Şu da bilinmeli ki ölümü unutmak veya görmemek, ölümden kurtulmaya bir çare değildir. Biz onu görmesek de o bizi bulacaktır.
Allah’a ve âhirete inanan ve inandığını da yaşayan bir insan, dünyada zindanda bile olsa bahtiyardır; mutlu bir hayat yaşar. Zira zindanda çektiği sıkıntıların ibadet olarak ona sevap kazandırdığını bilir. O kişi ölümün de, bir idam kararı olmadığını belki bir saat hayatı, dünyanın mutluluk içinde yaşanan bin sene hayatından daha üstün olan, cennet hayatına kavuşmak olduğunu kabul eder. Hatta cennet hayatının bile bin senesi, bir saatine karşılık gelmeyen Cenab-ı Hakk’ın cemâlini görmeye vesile olduğuna inanır. Böylece mümin olan insan, hem kendine hem sevdiklerine hem bütün varlıklara gelecek olan, inanmayanların yokluk kabul ettiği ölümün eleminden kurtulmuş olur.
Evet, ölüm yokluk, hiçlik değildir. Belki insanın Rabb-i Rahimine ve daimi bir hayata kavuşmasıdır. Nasıl ki, ruh, ruhlar âleminden ayrılıp anne rahmine geldiğinde yok olmuyor. Tıpkı nizamiyeden giren bir adamın, askeri elbiseyi giymesi gibi, o ruh da anne rahminden gelip dünya askerliğini yapması için ceset giyer. Anne rahminde de daimi durdurulmadan dünyaya gönderilir. Oradan da ayrılırken yok olmuyor. Dünyaya gelişiyle de daha mükemmel bir hayata kavuşuyor. Bilindiği gibi anne rahminde iken göz, kulak, dil, el, ayak gibi âzâlar verildiği halde onlardan istifade edilmez. Fakat hakim olan Allah onları boş yere vermiş değil. Ancak dünyaya geldikten sonra bunlar devreye giriyor. Askerden terhis edildiği gibi vazifesi biten her ferd terhis olup âhiret denilen asıl vatanına gidiyor. Şüphesiz bir insanın dünyadan ayrılması yok olması demek değildir. Belki daha güzel bir âleme geçmesidir.
Bakıyoruz ki insanın anne rahminde kullanamadığı, ancak dünyaya geldiğinde kullandığı azalar gibi, Cenab-ı Hakk’ın insana verdiği birçok duygu vardır. Mesela, insan daimi yaşamak istiyor. Ve dostlarıyla, kedersiz olarak daimi bir surette beraber kalmak istiyor. Bunun gibi insanın daha birçok arzu ve istekleri var. Fakat bunları dünyada kullanamıyor. Şüphesiz her işi hikmetli olan Allah, onları âhirette kullanmak üzere vermiştir. Eğer Cenab-ı Hakk vermek istemeseydi, dostlarıyla beraber genç olarak daimi bir yaşam isteğini de vermezdi. Evet, midenin istediği her türlü nimetleri verdiği gibi, elbette insanın da istediği ebedi yaşama ve sonsuz saadeti verecektir. Madem insan var; öyleyse onu yaratan Allah da var. Madem Allah var; öyleyse insanın layık olduğu sonsuz mükâfat ve ceza da vardır. Bu da ancak âhiretin, cennet ve cehennemin varlığı ile mümkün olabilir.
Sevgili camia mensubu kardeşlerim. İsmin açıklayamayacak kadar imansız bir müfteri olan rumuzlu şahsı bahçenize almayın, dikendir