Yusuf telefonun sesinden irkilmesiyle gözlerini zor da olsa açmayı başardığında, saat gecenin yarısını geçmek ile geçmemek arasında kıvranıyordu. Göz kapaklarına hâkim olduğunda ise kendisini arayanın en yakın dostu Can olduğunu anlamıştı. Kendisi kadar uykulu ve hırıltılı bir ses tonu ile “alo” diyebilmeyi başardığında artık uyku namına bir şeyde kalmamıştı. Çünkü en yakın dostunun sıtmalı insan gibi titrek, ürkek ve bir o kadar da hırçın sesiyle baş başa kalmıştı gecenin yalnızlığında. Telefonun ucundaki, “Yusuf” diyebilmişti; fakat adı gibi bildiği için duyduğu kelimenin adı olduğunu zorlanarak anlatmıştı Yusuf. Şâyet başka biri olsaydı anlamayabilirdi bu kelimeyi. Daha sonra bir çift kelime ile yatağından fırlaması bir olacaktı Yusuf’un.
Ne olduğunu anlamasa da büyük bir dağdağa olduğu açıktı Can’ın ruh tonunda. Hemen dün geceden rasgele fırlattığı kıyafetlerini ummadığı kadar çabuk bir şekilde bularak üzerine giydi. Evden ayrılırken âilesine merak etmesinler diye not yazmayı da ihmal etmemişti. Evin en görünür yerine notunu bıraktığında, bir de Rabbine duâda bulundu. “Rabbim, inşaallah tahmin ettiğim şey değildir.” Endişesi gitgide gerçekliğe yaklaşıyordu, çünkü dostunu kendisi kadar iyi tanıyordu. Can’ın ebinin önüne geldiğinde ise artık saat gecenin yarısını geçmeyi başarabilmişti, tüm günün yorgunluğunu taşıyarak. Zile basıp kuşa işkence etmek istemiyordu tüm ev halkını kaldırarak. O sebepten küçük bir taş seçmişti yerden, fakat kendisine koca bir kayayı kaldırıyormuş gibi geliyordu. İçinde bulunduğu korkulu andan ötürüydü bu küçük taşın ağırlığı. İlk atışta cama isabet ettirdiği için şükretmişti içten içe, bir daha o ağır taşı kaldırmak zorunda kalmadığı için. Taş sesinden az sonra kilit sesi duyulmuştu, Yusuf için çok uzun bir zaman dilimi içinde. Kapı aralandığı ise gözleri de aralanmıştı kaşlarına kadar. Farkında olmasa da ağzı da çenesini geçecekti neredeyse açılmaktan. Kapıda gördüğü en yakın dostu muydu?
Can gibi sanki canı yerinden çıkmış gibi Yusuf’un gözlerine bakıyordu sinir krizleri geçirerek. Evet, Yusuf’un korktuğu başına gelmişti. Bu olayı bir daha yaşamamak için yalvardığı halde, bir kere daha yaşıyordu. Yusuf’un dilinden kaç kelime çıktığını kendisinin de önemsemediği kadar kısa bir cümle çıkıvermişti.
-Hani söz vermiştin Canım?! Hani söz vermişti?!
Can bir eroin bağımlısıydı. Henüz 23 yaşında olmasına rağmen koca bir asır eroin müptelası gibi çekip durmuştu intiharı damarlarına. Şimdi ise gözleri kıpkırmızı elleri koca bir deprem gibi titrek, kafası belli belirsiz şişliklerle doluydu. Ne ayak da duracak hali vardı ne de yerinde duracak sabrı. Bir o yana bir bu yana zihnini yola yola dolanıyordu.
Yusuf tuttuğu gibi dışarı çıkardı en yakın dostunu. Gel dedi, sana istediğin ve aradığın şeyi vereceğim. Can her ne kadar inanmasa da Yusuf yalan söylemezdi, biliyordu. Yusuf’un dilinde her zamanki gibi Arapça bir şeyler diye tabir ettiği nağmeler dolaşıyordu. Can bu Arapça şeylere ne kadar da uzaktı. Bir an yeter artık bu dilinde gevelediklerini diyecekti, fakat kendini hiç olmadığı kadar güvende de hissediyordu onun yanında. O sebepten çıtını çıkarmadı.
Yusuf İnşirah Sûresi’ni okuyordu her bitişinde tekrar tekrar başa alarak. En yakın dostunun da bu ayetlere yakın olmasını çok istiyordu. Kendini âyetlerin tesirine bıraktı.
“Göğsüne senin için inşirah vermedik mi? (genişletmedik mi?)” (İnşirah, 1). Can’ın titremesi hafifliyor, gözleri beyazlıyordu.
“Ve sırtına çok ağır gelen yükü senden indirmedik mi?” (İnşirah, 2-3) Can’ın artık titremesi kesilmiş, gözleri de normal halini almaya başlamıştı. Bunun temiz hava almasından çok Yusuf’un dilindeki Arapça şeylerin gücü olduğunu düşünüyordu. Yusuf son kez son âyeti okudu.
“Ve artık ancak Rabbini arzula.” (İnşirah, 8)
Yusuf bu sureden sonra Can’a döndüğünde ondaki inşirahı görmüştü.
-Şimdi nasılsın dostum? Daha iyisindir inşaallah?
-Evet, daha iyiyim. İyi ki varsın.
Yusuf dostunun kendine gelmesinden memnun kalarak boynundaki cevşeni onun boynuna astı ve “Bunu sakın çıkarma” diye de tembih etti. Kafasında hissettiği ağırlığa rağmen başını onay mahiyetinde sallayan Can artık daha iyiydi gerçekten. Eve döndüler yine koyun koyuna. Can pek kullanmasa da “Allah razı olsun dostum, iyi ki geldin” diyebildi. İleri de bu duayı ne kadar da çok kullanacağını tahmin bile etmeyerek.
Yusuf artık evin yolunu tutmuş, fakat sanki ondaki kriz kendisine geçmiş gibiydi. Şöyle bir günahlarına baktı. Hakikatte Can’dan farkı yoktu. Can nasıl ki eroin bağımlısıysa ve onsuz yaşayamıyorsa ve o olmazsa krizler geçirip gözü dönüyorsa, kendisi de günahlarında öyleydi. Onlarsız yaşayamıyordu. Sanki o günahı işlemese kriz geçiriyor, nefsinin gözü dönüyordu. Günah krizinin nerede gelececeği de belli değildi üstelik. En zamansız yerde, en olmaz bir semtte, gizliden gizliye veya ulu orta günah nöbeti geliverirdi, kimseyi kafasına takmadan. Bazen içinde küfür, bazen dilinde gıybet, bazen fiilinde hırs olur şekil alırdı günahı. Çok esnekti bu bağımlılığı. Madde bağımlılığı gibi tek bir maddeye bağlı değildi. Çevresindeki her sefahat mikrobu onun nöbet geçirmesine olanak sağlıyordu. Girdiği her ortam, konuştuğu her insan, yaptığı her harekette kriz potansiyeli vardı. Bir an nefsini ve şeytanını günahlarla nasılda arsız ve çirkin eğittiğini, onları ne kadar da şımarttığını, her istediklerini nasılda itiraz etmeden verdiğini tahayyül etti.
Ve nefsini her defasında o günah şırıngası ile geçici de olsa sâkinleştirdiğini zannediyordu. Farkında olmadan daha da bağımlı hale geliyordu, hatta dozunu da git gide arttırıyordu. Eyvah dedi içten içe. Benim Can’dan ne farkım var ki. İnşirah Sûresi’ni bir de kendine okuduktan sonra ellerini semaya kaldırarak, yolda yürürken oracıkta her zaman hazır bekleyen hiç kapanmayan o kapıya, en büyük tedavi merkezine, Şâfi isminin yegane sâhibi olan o makama, herkesi herkesten daha iyi bilen Rabbine, ruhundaki krizin dinmesi için dua etti.
İlahi! Şu âciz ve günahkâr kulun aynı bir esrarkeş gibi günaha bağımlı olmuş. Bu krizden beni kurtaracak bir tek Sen varsın. Yâ Rabbi, ben nihayet derecede âciz ve fakir ve günahlara bağımlı, hastalıklı bir kulum. Günahlarımın arkadaşlıklarından beni kurtar. İlahi, en büyük ilacım olan duâmdan ve Senden başka bir gücüm yok. Beni affet! Nefsimin ve şeytanımın bu krizlerinden beni beri eyle. Ruhumun titremesinden, kalbimin şişmesinden ve nefsimin de kızışmasından Sana sığınıyorum, ey merhametliler merhametlisi olan Allahım.
Âmin dedi Yusuf o krizden kurtulmuşçasına. Ne zaman böyle duâ etse onu duyan ve işiten ve derdine deva olan bir İlah’ın varlığıyla huzur buluyordu. Yatağına girdiğinde ise seher vaktine kadar Rabbine dua etti manevi esrarkeş olmamak için. Ve dostunun da bu illetten kurtulması için.