Anasayfa / Hadîs / Gül’ün Gülü Hz. Fâtıma (r.a)

Gül’ün Gülü Hz. Fâtıma (r.a)

hz.fatimaimajMekke sokaklarında büyük bir telaş ve üzüntüyle koşan küçük kız adeta uçarcasına Kâbe’ye ulaştı. Yaşından beklenmeyecek bir cesaret ve kuvvetle âhir zaman Nebi’si olan babasının omuzları arasına secdede iken bırakılan deve işkembesini alıp yere attı. Bu çirkin hareket müşrikler tarafından yüce Nebi’ye eziyet olsun diye yapılmıştı. Küçük Fâtıma secdesi devam eden âlemler sultanı’nın üzerini temizledi. Yine aynı cesaretle müşriklerin karşısına geçip çakmak çakmak gözleriyle onlara öfke ve kızgınlıkla haykırdı. Azgın müşrikler ise sanki dilleri tutulmuş gibi hiç bir cevap veremeden sadece bakakaldılar. Bu esnada namazını tamamlayan âlemler sultanı ellerini semaya kaldırıp ona bu çirkin hareketi reva görenleri ismen rabbine havale etmişti bile.

Çok geçmeyecek hepsi hakettikleri sonu bulacaklardı. Evet henüz 10 yaşında Fâtıma babasının imdadına yetişmişti. Çünkü o ‘Ümmü Ebîha’ idi yani babasının annesi. Allah Resûlü (sav) ona bir anneye davranıldığı gibi büyük bir sevgi ve saygıyla davranıyordu. Hz. Fâtıma ise annesi Hz. Hatice’nin yokluğunda babasına bir anne şefkat ve titizliğiyle kol kanat gerip destek oluyordu.

HZ. FÂTIMA’NIN AHLÂKI

Hz. Fâtıma Allah Resûlü’nün (sav) en küçük kızıydı. Onun bir çok güzel isim ve lâkabları vardı. O öncelikle Fâtıma idi. Ona Fâtıma ismini neden verdiğini Allah Resûlü (sav) şöyle açıklar: “Allah Teâlâ kıyamet günü o, evlatları ve bütün nesli ile cehennem ateşinin arasını ayıracaktır, ateşi onlardan uzak tutacaktır.” O yüzünün beyazlığı, parlaklığı ve nuru ile Zehra’ydı. Öyle ki Hz. Aişe “Hz. Fâtıma’nın yüzü karanlık gecelerde bile önünde iğneye iplik geçirebilecek kadar aydınlık ve parlaktı.” der. O her türlü dünyevi kirden uzak Tâhire’ydi. O iffet ve namus timsali Azrâ’ydı. O Allah Resûlü’nün (sav)  mübarek ve pak neslinin sebeb-i vesilesi olan Kevser’di, Mübârek’ti. O binti Resûlullah’tı. Babasının bir parçasıydı. O dünya ile her türlü alakasını kesen ve Allah’a ömrünü adayan eşi bulunmaz Betül’dü. O imanı, doğruluğu, bereketi, vakarı çok üstün olan Sıddıka, Zekiye, Râziye idi. O âhir zaman Nebi’sinin ifadesiyle “İnsandan olma huriydi.”

Hz. Fâtıma vahyin gölgesinde nübüvvet ve risalet evinde yetişen bir güldü. O Gül’ün Gülüydü. Her türlü ilim, marifet, edeb ve ahlâk dersini güzel ahlâkı tamamlamak üzere gönderilen yüce Nebi’den ve cennet kadınlarının en hayırlılarından birisi olan annesi Hz. Hatice’den almıştı. Sabırlı, cesur, ağırbaşlı, ilim ve hikmet sahibi, iffet ve haya sembolüydü. Hz. Aişe “Fâtıma’nın babası dışında Fâtıma’dan daha doğru sözlü başka kimse görmedim” derdi. Allah Resûlü (sav) ise: “Fâtıma dünyanın en üstün kadınıdır ve Fâtıma benden bir parçadır.” Hz. Fâtıma bir gün Resûlüllah’ın (sav) bir sualini kendisine soran Hz. Ali’ye “Kadınlar için en hayırlı şey, erkeklere bakmamaları ve erkeklerin de onlarla görüşmemeleridir.”1 diye cevap verdi. Bunu duyan Allah Resûlü (sav) “Hakikaten Fâtıma benden bir parçadır.” dedi. Hz. Fâtıma hitabet ve belağatta da çok üstündü. Hz.Aişe bu hususta: “Fâtıma’nın konuşması peygambere herkesten daha çok benziyordu.”2 demiştir. Nasıl benzemesin ki; Hz. Fâtıma Kelâmullah’a muhatab bir baba ve ilmin kapısı bir eşin hitabetine en çok şahit olup istifade eden biriydi. Hz. Fâtıma aynı zamanda cihada da iştirak etmiş, yaralılarla ilgilenmiş, Uhud savaşında babasını tedavi etmişti. Hicretten ise nasibini fazlasıyla almıştır.

HZ. FÂTIMA’NIN İZDİVACI VE EHLİ BEYT

Allah Resûlü (sav) kızı Fâtıma için Cenab-ı  Hakk’ın emri ile Hz. Ali’yi münasip gördü ve onları evlendirdi. İkisi de nübüvvet terbiyesi içinde yetişmiş bu iki gencin nikahı göklerde kıyıldı. Nebi-i Zi-şan kızına: “Ey kızım! Vallahi, ben seni herkesten daha âlim, daha ahlâklı, daha faziletli ve ilk önce Müslüman olan biri ile evlendiriyorum.” ve “Allah’ın yeryüzünde senin için iki kişi seçmesine razı değil misin. Onlardan biri baban, diğeri ise eşindir.”3 buyurdu. Allah’ın arslanı, arabın efendisi, Resûl’ün kardeşi ünvanlarına sahip Hz. Ali ile cennet kadınlarının en hayırlılarından birisi olan Hz. Fâtıma’nın tezevvücünde bir çok bereket mucizesi yaşanmıştı. Bu cennet düğününden ikramsız, nasipsiz kimse kalmamıştı. O öyle bir düğündü ki Cebrail ve Mikail yetmiş bin melek ile bu düğüne iştirak edip şereflendirmişlerdi. Bu mukaddes aile sade ve yoksulluk içinde bir hayat yaşamakla beraber büyük bir iman, sabır, şükür ve teslimiyet ile hayatlarını geçirdiler.

Bu izdivaçdan kısa bir süre sonra hicretin dördüncü senesinde cennet gençlerinin efendilerinden biri olan Hz.Hasan Dünya’ya teşrif etti. İsmi Allah Resûlü tarafından verilen Cennet gençlerinin ikincisi Hz. Hüseyin ismini yine dedesinden alarak o nurlu yuvaya dahil oldu. Hz. Ali: “Hasan göğsünden başına kadar Resûlullah’a en çok benzeyen Hüseyin ise, buradan aşağısı, Resûlullah’a en çok benzeyendi.”4 Allah Resûlü’nün (sav) pak nesli bu iki cennet genciyle devam etmişti. Hz. Fâtıma’nın Hasan ve Hüseyinden sonra Muhsin, Zeyneb, Ümmü Gülsüm ve Rukiye isimli çocukları da olmuştu. Fakat Muhsin küçük yaşta vefat etmiştir.

Hz. Fâtıma evlendikten sonra da Resûlullah’a yakınlığı devam etmiş, ona komşu olmuştu. Allah Resûlü (sav) daima onu ve torunlarını ziyaret eder, hatırlarını sorar, namaz kıldırırdı. Sefere çıktığı zaman vedalaştığı en son kişi ve sefer dönüşü ilk ziyaret ettiği kişi Fâtıma’sı olurdu. Yine bir sabah erken vakitte sırtında bir cübbe olduğu halde evinden çıktı. Yanına önce Hasan geldi. Onu dizine oturttu. Sonra Hüseyin geldi. Onu da öptü kokladı diğer dizine oturttu. Daha sonra kızı Fâtıma geldi. Onu da cübbesinin içine aldı. Ardından Allah’ın arslanı Ali çıkageldi, o da cübbenin içinde yerini aldı. Bunun üzerine yüce nebi Ahzab suresinden “Ey Peygamberin ev halkı, ey Ehl-i Beyt! Allah, sizden ancak günah kirinizi gidermek ve sizi tertemiz yapmak istiyor” ayetini okudu. Daha sonra “Bunlar benim Ehl-i Beytimdir. Allah’ın onlardan kusur ve hatayı gider, pak ve tertemiz kıl!’ diye dua etti ve buyurdu ki: “Ben bir ağaç gibiyim. Fâtıma o ağacın dalı, Ali gövdesi ve Hasan ile Hüseyin de meyveleri gibidir. Bizim taraftarlarımız, sevenlerimiz ise o ağacın yapraklarıdır. Bu ağacın kökü adn cennetindedir ve kendisi, dalları, gövdesi, meyvesi ve yaprakları tamamıyla hepsi cennette olacaktır.”

KUR’AN’LA GELEN MÜJDE

Bir gün Hz. Hasan ve Hüseyin hastalanmıştı. Hz. Ömer’in tavsiyesi üzerine Hz. Fâtıma ve Hz. Ali çocuklarının iyileşmesi halinde üç gün oruç tutmayı nezrettiler. Ve çocuklarının şifa bulması ile de ailecek oruca başladılar. Hz. Fâtıma, bir komşudan belli bir iş karşılığı aldıkları arpayı öğütüp aile fertleri adedince ekmek yapmıştı. Tam iftar edecekleri sırada kapıya gelen bir miskinin yardım isteğine mukabil ekmeklerin hepsini ona verdiler ve suyla iftar ettiler. Bu ikinci gün bir yetimin, üçüncü gün de bir esirin iftar vakti kapılarına gelerek yardım talep etmeleriyle devam etti. Bütün yiyeceklerini bu insanlara verdikleri için üç gün su ile iftar ettiler. Üç günün sonunda açlıktan takatleri kesilmiş bir şekilde şefkat ve rahmet peygamberinin yanına geldiler. Peygamber güllerinin bu hazin hali Resûlullah’ı (sav) çok müteessir etti. “Allahım yardım et! Muhammed’in ehli beyti açlıktan ölüyor” diye rabbine nida etti. Bunun üzerine Cibril-i Emin İnsan Sûresi’ni vahyetti. Sûrenin bir yerinde bu kutlu ailenin başına gelen bu hadise medh-ü sena ile zikrediliyordu: “Bu kullar, dünya hayatında iken sözlerinde durur, adadıkları şeyi yerine getirir ve felaketi bütün ufukları tutan kıyamet gününden endişe ederlerdi. Kendileri de ihtiyaç duydukları halde yiyeceklerini, sırf Allah’ın rızasına ermek için fakire, yetime ve esire ikram ederler. Ve derler ki: Biz size sırf Allah rızası için ikram ediyoruz, yoksa sizden bir karşılık istemediğimiz gibi bir teşekkür bile beklemiyoruz.”

Hz. Fâtıma babasının ölüm döşeğinde iken kulağına fısıldadığı: “Ona ehli beytinden en önce kavuşacak kişinin kendisi olduğu”5 müjdesi ile sevinmekle beraber babasını kaybettikten sonra onun ne güldüğü ne de neşelendiği görülmedi. Sürekli Allah Resûlu’nün (sav) kabrini ziyaret eder, gözyaşı akıtır hatta bazen hüznünden bayıldığı olurdu. Bu ayrılığa ancak altı ay dayanabilmişti. O öyle iffet ve haya timsali idi ki bugünkü tabutların ilk şekli onun arzusuyla gerçekleşmişti. Sadece bir örtü altında götürülen kadın cenazelerinin bedenlerinin belli olmasından rahatsızlık duyuyordu. Habeşistan’daki bir uygulamayı beğenerek, hasta yatağında, kenarları yüksekçe bir tahtanın içinde ve gece cenazesinin  götürülmesini vasiyet etti. Ve âlemlerin sultanı şöyle buyurmuştur: “Benim kabrimi ziyaret eden hayatımda beni ziyaret etmiş sayılır. Hz. Fâtıma’yı ziyaret eden beni ziyaret etmiş gibidir. Hz.Ali’yi ziyaret eden Hz. Fâtıma’yı, Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin’i ziyaret eden Ali’yi ve Ali ve Fâtıma’nın neslinden olanları ziyaret eden o ikisini ziyaret etmiş gibidir.” Cenab-ı Hak şefaatlerine nail eylesin.

Kaynaklar:
1- İsâfü’r- Ragıbin, İbnü’s-Sabban
2- Müslim, Ebu Davut
3- İbni Sa’d, Tabakat
4- İbni Kesir
5- Müsned, Ahmed b. Hanbel

Bu konuyla ilgili Yorum Yapın

Mailiniz yayınlanmayacak



Başa Dön
ergene haber ogretmenler.org felsefe çorlu haber