Sevdiklerimizle bir mecliste beraber oturduğumuzda tatlı sohbetlere başlarız. Yeri gelir konu dünyaya âit bir meseleye dayanır, yeri gelir dine. Din kavramıyla alâkalı olan sohbetlerin olmaz olmaz parçalarından biri “büyük batılı âlimlerin o kadar ilimleri olduğu halde nasıl Allah’ı bulamadığı”dır. Evet, gerçekten acayip bir şeydir bu, sen o kadar kitap oku, mektep bitir, ama kâinatın en büyük hakikatini göreme… Kâinatın Yaratıcısını tanıma ve bulama…
Konumuza münasip batılı bilim adamlarını isimlerini ve başarılarını saymaya başlarsak gerçekten baya büyük bir liste tutmuş olacağız. Ama biz o gereksiz işten geçip meselenin biraz hakikatini görmeye çalışacağız hem de onların kendi sözleriyle…
Witker Shambers, “Şehadet = Witness” isimli kitabında, kendi hayatında dönüm noktası olabilecek bir olayı anlatıyor ve “Küçük kızına bakarken, kızının kulaklarının kendi nazar-ı dikkatini çektiğini ve bu kulak gibi girift ve karışık bir uzvun mücerred bir tesadüf eseri meydana gelmesinin imkânsız olduğunu, muhakkak bunun, bir Yaratıcı bir irâdenin neticesinde var olduğunu düşünmeye başladığını söylüyor. Fakat sonunda Witker Shambers bu vesveseyi kalbinden kovuyor; çünkü böyle olmazsa, kendi irâdesiyle yaratan İlahi Zât’a -mantıki olarak- iman etmeye mecbur kalacaktır. Çünkü onun zihni, bu fikri henüz kabul etmeye hazırlanmış değildir.
Prof. Dr. Tams David Parx bu olayı anlattıktan sonra şöyle diyor: Ben bir çok üniversite hocaları ve meslektaşım olan âlimler tanırım ki laboratuvarda kimyevi ve fiziki araştırmalarını yaparken kendilerinde meydana gelen bu gibi his ve düşüncelere karşı gelmişlerdir.1
Yukarıdaki iktibaslardan sonra aklımıza bir soru geliyor, “Peki Allah’ı gördükleri halde neden inanmıyorlar?”
Sir Arthur Kith diyor ki: Tekevvün ve tekâmül nazariyesi (Evrim Teorisi) ilmi yönden sâbit olmamıştır. Bunun burhanlarla ispatına da yol yoktur. Biz buna inanırken, kendisinden sonra, “Yoktan ve doğrudan doğruya yaratılışa” iman gibi tek bir tercihten başka bir şey olmadığından inanıyoruz. Yoktan yaratılışa iman da üzerinde düşünülmesi bile mümkün olmayan şeydir.2
Amerikalı bir âlim konuyu biraz daha vuzuha kavuşturarak diyor ki: İlahi akidenin mâkul ve Allah’ı inkârın safsata oluşu, insanın İlahi akide tarafını seçmesine sebep sayılmaz. Çünkü insanlar, Allah’a imanın, onların hürriyetlerine son vereceğini zannederler. İşte âlimlerin akıllarını köleleştiren ve kalplerini heveslendiren şey de bu akıl hürriyetidir. Onların bu hürriyetlerini hudutlandıran herhangi bir nazariye, onlarca vahşiliğe delâlet eder.3
Bu fikir silsilesinden sonra aklıma gelen İslâm tarihi’nden bir olayı sizinle paylaşmak isterim. Hz.Ömer (ra), kendi zamanında Pers İmparatorluğu’nun devamı olan Sasani Devleti’ne son vermiştir. Bugünkü İran’da yaşayan Şii itikadına mensup olanlar da bu yüzden Hz.Ömer’e düşmandırlar. Yoksa Hz.Ali’nin (ra) hilafetini çaldı (haşa!) fikri de minareyi çalanın kılıfı…
Bizim kör ve mutaassıp bilim adamlarına gelince, Mesele Hz.Ali’ye muhabbet değil, Hz.Ömer’e adâvet…
KAYNAKLAR
1. George, H.Blount, The Evidence of God s.73-74
2.İslamic Thought, Dec. 1961
3.George, H.Blount, The Evidence of God, s.130
“Allah’a imanın, onların hürriyetlerine son vereceğini zannederler.” ise islamiyetteki akıl hürriyetini ispat etmeli.